30 Ekim 2015 Cuma

SÜPER LİG MANZARASI




Türkiye Süper Ligi'mizin 10 haftası biterken oluşan manzara bir çok futbol sever için normal gözükmektedir. Fakat, hakem hataları damgasını vuran ligin bu bölümünde en-çok TRABZONSPOR taraftarını üzmüş durumda. O hatalar yüzünden Karadeniz takımı puan cetvelinde bekledikleri, oynanan futboluna denk gelecek yerinden oldukça geride kalmış durumdalar. Bunun dışında, diğer favori takımların puan durumlarında bir anormallik gözlenmiyor.

Lider BEŞİKTAŞ eski hocası Bilic sayesinde, ön eleme oynamadan, rahat bir hazırlık geçirdi. Özellikle Lig maçlarına çok önem verildiğinden, takım iyi, hazır gözükürken, tecrübeli hocaları sayesinde, muhtemeli yüksek ‘’Quaresma-Töre, Gomez-Tosun’’ problemleri yaşamadan, yoluna devam etmektedir. Geçen yıla nazaran, daha geniş ve kaliteli kadrosu ile Avrupa Lig’inde daha iyi futbol ve puanlar alınmalıydı. Yıllarca başına gelen sakatlık sendromunu çözmüş, çok sayıda futbolcusu ise olgunluk yaşlarına girmiş durumda. Sezon başı yükseklik kampların nimetlerinden faydalansaydı, takım şu anda çok daha ‘’çelik’’gözükebilirdi. Bir de, şu ‘’bin dokuz yüz Balkan harbinden’’ kalma antrenmanlara az çok modernleşme, yenilenme, çeşitlenme, fantezi katılsa, tadına doyulmazdı.

GALATASARAY takımı rahat, planlama açısından son derece iyi bir hazırlık evresi geçirdikten sonra, dikkatini ağırlıklı olarak Şampiyonlar Lig.’ine vermiş durumda. Takım formunu ona göre planlayan Hamza Hoca, amacına ulaşmış gözükmektedir. Eleme maçların en-önemli bölümünde takımı hiç kuşkusuz kendinden zayıfları yenecek, kuvvetlilerden ise, maksimalini alacaktır. Süper Ligi'mizde de özellikle önümüzdeki 6 hafta çıvarında liderliği zorlayacak gibi…
Takımın tek kusuru hazırlık döneminde yüksek rakım kamplarından yeterince faydalanamaması gözükmektedir.

FENERBAHÇE bu yıl uzun zamandan beri Şampiyonlar Lig’in, ön elemesine katılmaktaydı. Takım geçen yılların hazırlık şablonunu bozmazken, geleneksel ‘’12 gün Topuk Yaylası’’ antrenman metodu olarak, skandal tarifesini uyguladı. Bu yetmiyormuş gibi, ön elemenin önemli Shakhtar maç haftası son derece durumuna göre sakıncalı bir Afyon turnuvasına gitti. Kısacası, yeni hocası Pereira tüm bunlara ‘’stop!’’ diyemedi, takımı hazırlayamadı. ‘’Sportif forma ulaşılması genel hazırlık dönemin görevidir!’’diye yazılı antrenman prensibi vardır. Akademisyen olduğunu iddia eden Portekizli hoca, gereğini yapmalıydı.Takım maçtan maça ‘’antrenmanlı’’duruma gelmektedir, ama asla sportif forma ulaşamaz! 
Sayın Pereira iki sportif vaziyet arasında farkı biliyordur…


                                                                                                               Ertan Hatipoğlu

28 Ekim 2015 Çarşamba

NE EKERSEN ONU BİÇERSİN




Ülkemizde bir çok futbol antrenörü, durmadan usanmadan ağlamaktadır.Mesleklerine saygı yokmuş, devamlı işlerine son veriliyormuş, diye… 

Avrupa’ya bakıldığında, bu mesleğin oralarda da nankör olduğu görülmektedir. Oralarda da antrenörden netice aranmakta, özellikle takım futbolcuları ile uyum güdülmektedir.La Liga’da Levante ve Las Palmas De Gran Canarya, Serie A-da Carpi, Bundesliga’da BorussiaM ve Hoffenhaim, Premier Liginde Liverpool ve Aston Villa’nın antrenörlerine, daha ilk 2 ayda son verilmiş durumda.Hatta Chelsea’nın en-kıdemli ve şöhretli hocası Mourinho bile bu yazı yazılırken, işine son verilmiş ihtimali yüksektir!

Yine bize dönülürse, Süper Ligimizde benzer manzaralar görülmektedir. Hocalarımız ağlamaktansa, kendilerini geliştirmek, çeki düzen verilmeli, teknik ekiplerini güçlendirmelidir. Diyet borçlarını ödemeleri için başka yollar bulmalı, etrafında işine yarayacak elemanlar ile kuşanmalılar. Takımın değişik problemlerini çözebilecek, ekstrem durumlarda ışık tutabilecek uzmanlar ile çalışmalı, örneğin eski takım arkadaşı, hocası diye ekibine dahil etmemeli. Kendilerine tartışmasız biat edecek, sadece ‘’siz bilirsiniz, efendim!’’diyebilecek elemanlarla yola çıkmamaları bilmeleri gerekir.Özellikle gittikleri Anadolu kulüplerinde, kendi hareket ve davranışlarına dikkat etmeli, futbolcularına hayat tarzları ile örnek olmalılar. Oralarda her adımları kulüp yöneticilerine rapor edildiğini unutmamalı, futboldan başka şeylere konsantre olmamaya dikkat etmeliler.

Kısacası, netice almadan çalışmak isteyenler, ağlamaktansa, gitsinler kendilerine başka meslek bulsunlar!

                                                                                   

                                                                                                                Ertan Hatipoğlu

24 Ekim 2015 Cumartesi

ÖLME EŞEĞİM, ÖLME...





Şampiyonlar Lig’i Avrupa’nın en-iyi takımların amansız savaşları yerine, git-gide reklam ve pazarlama ürüne bürünmeye başladı. Turnuvanın değişen  formatı,  takımların artan sayısı, beraberinde rekabetçi ruhunu yok etmiş görünümdedir.

İşte, eleme aşamasında büyük takımlar kendilerini vermeyerek, tasarruflu oynarken, genelde küçükleri yeniyor, kendi aralarında maçlarını ise, berabere bitirmekteler. Kafaları daha fazla kendi liglerinde, hafta sonunda oynayacakları derbi veya zorlu deplasmanlardadır.Bir tek Premier Lig’in takımları futbolun hakkını vermekteler, ama onlar da her zaman gibi, modern futbolun bir çok konusunda ‘’fransız’’ kalmaktalar...
Kısacası, gittikçe artan bir tempo ile, Şampiyonlar Lig’i az futbol, fazla reklam, sponsorlar, ve paralara dönüşmeye başladı. Hakemler de ortama ayak uydurmuş, büyük takımları şöyle veya böyle mağdur bırakmamaya çalışmakta başarılı oldukları açık görünmekteler. Grup aşamasında…

Futbol izlenmesi için mart ayını beklenmeli, direk elemelerin tadını ancak o zaman çıkarılabilir. O zaman gelene kadar: ‘’ölme eşeğim ölme yaz gelir de yonca yersin!’’


                                                                                                                Ertan Hatipoğlu

23 Ekim 2015 Cuma

PEREİRA'NIN GAFLARI

         



Sezon başına dönülürse, Fenerbahçe yeni hocası Pereira'nın, yanlışlar zincirin ilk hamleleri rahatlıkla görülür. Takım 2 yıl Avrupa’dan uzak kalmasından sonra ilk defa, hem de ön elemeli girmesine rağmen, sezon öncesi hazırlığının şablonunu değiştirmemiş, kendisinden önce 2 teknik direktörün periyodlamasını yapmaya kalkışmıştı. Sadece 12 günlük Topuk yaylası kampından sonra, temmuz ayı ortalarında İstanbul’un nem, sıcaklık ve kirliliğine dönmüş, Shakhtar maçı haftasında son derece gereksiz, tehlikeli bir Afyon turnuva macerası belleklerde kazınmıştır…Yanlış anlaşılmasın, turnuva oynamak kötü bir şey değil, tam tersi, ama zamanlama ve hedefler başkaların olunca, faizi yüklü olmaktadır. Netice olarak: yorgun takım, antrenman için kaybedilen hafta, hazırlanamayan Van Persie, Şampiyonlar Lig’i hayaline son…        

Oysa ki, sezon başı hazırlıkları 1-2 hafta öne alınsa, Topuk yaylasından hiç inilmese, Afyon turnuvası iptal edilse, Ukrayna şampiyonunu yenemese de, takımını daha sağlıklı hazırlar, Norveçli ‘’kayakçılar’’a kendi evinde zavallı duruma düşülmezdi.

Victor Pereira’nın ikinci sayılır gafı Laktik asit testleri ile ilgili. Gazetecilerin sakatlıklarla ilgili sorusuna, hoca ‘’Laktik asit testi sakatlıklarla ne alakası var?’’
dedi ve tarihe geçti! Bir de pişkin, pişkin ekibinde ne kadar çok akademisyen hoca var diye, eklemeyi ihmal etmedi.

Üçüncü gafına gelince, Kayseri deplasmanı ile ilgiliydi…Pereira  takımının kötü oyununu  bu sefer Kayseri’nin yüksek rakımına bağladı. Hoca’ya hatırlatmak gerekir; Süper Lig’imizde daha 4 benzer deplasman var! Sezon başında benzer rakımlarda daha fazla mesai harcasaydı, bu tür komik bahanelere başvurmazdı.

Pereira’nın komiklikeri burada bitmiyor. Geçenlerde, pazar günü oynanacak Galatasaray derbisi için, rakibinin 1 gün fazla dinlenecek diye, avantajını öne sürmekteydi! Ne yani, UEFA programını iptal edelim, iki takımın maçlarını ayni gün yapalım!? Birileri yine Viktor’a hatırlatmalı ki, kadro olarak Fenerbahçe Süper Lig’in çok üstünde ve ona göre rotasyonlar yapmalıdır. Tabi, rotasyonları hazır takımlar yapar, ne yaptığını bilmeyenler değil…

Belli ki, akşamki Ajax galibiyetinden sonra, Portekizli teknik director bir miktar nefes aldı, en-azından 1. Devrenin sonuna kadar bizi komik bahaneleri ve demeçleri ile neşelendirecektir. Kısacası, pideyi yiyen değil, verende suçtur!

                                                                       

                                                                                                Ertan Hatipoğlu

13 Ekim 2015 Salı

ARDA MUCİZESİ

  


Sadece birkaç ay önce her futbolcunun hayalini süsleyen, Barcelona transferini gerçekleşmiş, FİFA  yasağına rağmen, resmi maçlara çıkamasa da, takımın antrenman-eğitim sürecine, kentin havasına katılmıştı. Sezonun başlarında, Luis Enrique ağır  ve yeni sistemine alışma sürecinde sakatlık gibi problemler yaşasa da,  eylül ayında, ilk iki Milli maçta da katkısını yapmış, ayakta alkışlanmıştı. Özellikle Hollanda maçında, futbol çevrelerine kendini konuşturmuştu.

Daha sonraki bir ayda Barcelona antrenmanlarına alışmış, bireysel kondisyon ve becerilerini yukarıya çekebilmiş, çok önemli Çek maçında adeta resital yapmıştı! Her şeyden önce özgüven, tapa hakimiyet ve tabi ki o çalımdan sonraki asisti tüm dünyayı hayrete düşürdü.
 Herkesin kafasında ‘’bunları sadece antrenman ile, maçlar oynamadan nasıl yapabiliyor?’’ sorusu dolaşmaktadır, hala...Bilmeyenlere hatırlatalım; Arda’nın  bu sezon, şu ana kadar sadece 3 resmi maçı vardır, onlar da Milli takımımızın maçlarıdır. Dördüncüsüne bu akşam Konya’da İzlanda’ya karşı çıkacak, katkısını verecek, takım lideri olduğunu bir kez daha gösterecektir.

Gerçekten, tüm bunları Arda Turan nasıl yapabiliyor?
Herşeyden önce, Arda çok yüksek seviyede futbolcu, hatta dünya yıldızıdır. O tür yıldızlar kişisel kondisyon seviyelerine çok çabuk gelirler ve özellikle tanıdıkları takım arkadaşları ile uyumu kaybetmeleri zor olur. Maç kondisyonlarında eksiklikler olsa bile, topu ayakta tutma, çalımlar ile adam eksiltme, gol asistleri vermelerinde problem olmaz. Onlar için az maç oynamış, eksik antrenman yapmış gibi gerçekler, görevlerini yerine getirmekte zorlanmazlar. Tıpkı atletizmin sönmeyen yıldızı Usain Bolt gibi...2 yıl boyunca  sadece 2-3 yarış yaparak Dünya şampiyonasına çıktı, ama altınları kapıp, rakiplerini yine üzmeyi başardı.

Burada Fatih Hoca’nın hakkını, Arda’ya inanarak, güvenerek, her şeye rağmen onu oynatması ile, verilmesi gerekir! Dünya’da benzer durumlarda kaç antrenör sporcusuna güvenir, oynatır? Belli ki, bu güvende sadece hisler değil, bilim ve tecrübe vardır. Benzer rasyonel ve ilerici hareketler yabancı hocalardan görmüştük, ama  bu seferki yerli mucizesi  göğüslerimizi kabarttı.

Haydi, Arda!


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

En okunanlar