31 Ocak 2015 Cumartesi

DERS ALMAK




Mino Raiola Dünya'nın şu anda en-büyük futbol menajerinden biridir. Elinde bir çok klas futbolcu var, ama  yetmiyor: FİFA başkanı olmak isterken, mali fonu ve binlerce parlak fikri var.

 Ünlü ‘’La Gazzetta dello sport’’ gazetesine, son röportajında bir çok teknik direktörü değerlendirirken,  Jose Mourinho için psikolog olan eşinden nasıl dersler aldığını anlatmıştı. Kendi eşi sayesinde takımları nasıl yöneteceğine, futbolcularına nasıl yaklaşacağına, hatta futbolcu geçmişi olmayışının boşluğunu başkaların ona hücum etmeden harekete geçmeyi, yani onlara ilk darbeyi vurmaya öğrendiğini, vurgulamaktaydı.

Raiola’nın anlattıkları Mou’nun neden büyük antrenör olduğunu açıkça göstermektedir. Sadece Jose gibi soylu insanlar birilerinden ders almayı kabul ederler. Yeter ki, mesleklerine faydalı olsun, onlar herkesten her şeyi almaya razılar. Bunların sayesinde her geçen yıl daha da ileri giderler… 

Gel de, gelelim Süper Lig’imizin  ‘’Mourinho’’larına! Bir çoğu öğrenmek değil, başkalarına dersler vermek isterler. Onlar antrenörlük mesleği kendilerinden başladığı düşünürler. Kullandıkları maskeler de aynen bunu göstermektedir. Akıl vermeye, ders öğretmeye kalkışanları, yerli ‘’Mourinho’’lar çabucak bitirirler… Onlar kendilerinden daha bilgili, futbolu anlayanlara karşı alerjileri var. Anadolu takımlarını yıllarca dolaşmaya, çok istedikleri yerlere neden gelemedikleri, gelseler de kısa sürede neden kovulduklarını bir türlü anlamamış gibi yapma durumları gerçekten traji-komiktir. 

Futbolumuz, özellikle son yıllarda neden o kadar zavallı olduğu açıklamalarından biridir…



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

26 Ocak 2015 Pazartesi

PALMİYE KANUNU

           



FİFA son yıllarda  Dünya kupası ev sahipliği konusunda fazla egzotik tercihler yaparken, beraberinde çok yönlü dedikodular getirmeye başladı. World Cup Güney Afrika’da yapıldı, ama cinayet, gasp, hırsızlık, ne ararsan bol olması, kimseyi, daha doğrusu  FİFA yetkililerin umurunda değildi. Faaliyet yapıldı, gözler doldu, ama inşa edilen statlarda şimdi fareler cirit atıyor.

Brezilya’da grevler, kabarık suçlar, yetişmeyen statlar, bozulmuş gıdalar. Perde düştükten sonra statlarda cirit atan fareler...

2022-ye gelindiğinde, futbolcular Katar’ın 50 derecelik ‘’cennetinde’’ top sektirecek, ‘’klima’’  ve ‘’buz’’ gibi kelimeler moda olacaktır. 

İşte, bu tercihler FİFA-nın patronu Sepp Blatter’i çok yıpratırken, başkanlık koltuğu sallanmaya başlamıştı. 3 önemli sponsoru çekilme kararı aldıktan sonra, durum daha da ciddileşti, zira ‘’Continental’’, ‘’Castrol’’ ve ‘’Johnson§Johnson yıllık 8.8 ile 22 mln. euro katkı yapmaktaydılar. Firma yetkilileri çekilme kararlarını ‘’bir takım sebeplerden’’ dolayı olduğunu öne sürerken, kulislerin arkasında bardağı taşıran olay Rusya ve Katar macerası olduğu konuşulmaktadır. Diğer 3 sponsor- ‘’Adidas’’, ‘’Visa’’ ve ‘’Sony’’ şimdilik sadece uyarı çekmekle yetinirken, rüşvete karşı alerjilerini açıkça belli ettiler.


FİFA 4 yıllık süreçte 1.32 milyar Euro civarında bir sponsor gelirine güvenirken, 3 sponsorun kaçması ile Zürih’i bir telaş, korku sardı. Hemen Rusya ve Yakın Doğu şirketlerine dönmek zorunda kalınırken, sponsorluk süreçlerde öyle şeyler normaldir açıklamaları gelmeye başladı. Futbol menajeri Mino Raiola’nın sözleri:’’Komik de olsa aday olacağım, Blatter’in yeniden başkan olma ihtimali beni tiksindiriyor!’’ aslında durumu iyice netleştiriyor.

Kısacası, bize futboldaki olaylar ‘’Palmiye kanununu’’ hatırlattı. ‘’Palmiye kanunu’’ der ki, maymun ne kadar yukarı tırmanırsa o kadar poposu ortaya çıkar!



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

23 Ocak 2015 Cuma

KARTALLAR'IN DENİZ BANYOSU





Beşiktaş takımı sadece antrenman bilimi ile değil, toparlanma hareketlerin çeşitlenmesi ile de rakiplerine fark atmaya başlamış durumda. İşte en-en son Adana Demirspor maçın ardından, ertesi sabah Antalya sahilinde kompensator, yani yenileyici koşusunu yaptıktan sonra, futbolcular kendilerini suya bıraktılar. Bedenlerini tuzlu suya temas edilmenin doğal toparlanma denilen metotlardan belki de en-etkilisini kullanmış oldular.

Deniz suyu vucüdun tedavi süreçlerini ve savunma mekanizmalarını aktive eder, yüzerek deri  gözenekleri açılır, toksinler atılırken, faydalı minerallerin emilimi gerçekleşir. Kanda oksijen miktarı artarken, serbest radikallerin yenilmesi için faydalı oluşumların sayısı artar.
Deniz suyunda bol miktarda bulunan iyot, tiroit bezin aktivitesini arttırır ve toparlanmayı arttırırken,  enfeksiyonları yok etmektedir. Mineral miktarın yüksek olması kan dolaşımını hızlandırır ve sporcuların toparlanma süreçlerini sürratlendirmektedir. Deniz kenarında solunan iyotlu hava hastalıklara karşı son derece güçlü  bir silah sayılır.

Deniz suyun faydaları sadece fiziksel değil, psikolojik de çok yönlüdür. Depresyon, kaygı, bitkinlik gibi durumlarda çok faydalı, bir kaç banyo ile olumlu sonuç alınmaktadır. Ayrıca, deniz suyunda bulunan magnezyum, lityum ve brom maddeleri beyinde serotonin, melatonin ve triptamin seviyelerini normalde tutmalarına yardımcı olurlar. Sudaki magnezyumun yüksek seviyesi ise, kasların ve sinirlerin gevşemesine yol açmaktadır.
Deniz suyunda mineraller sporcuların uyku süreçlerini olumlu etkilerken, oradan toparlanma süreçlerine de katkı yapılmış olunmaktadır. Sadece uyku meselesi bile,  deniz banyosunun faydasını net anlatmaktadır.

Toparlanma metodu olarak, deniz banyosu  genelde elit atletlerin başvurdukları bir aktivitedir. Beşiktaş takımında bu tür fikirleri hiç kuşkusuz atletizm kökenli kondisyoner Milenko Rak tarafından gelmektedir. Ne olursa olsun, bu gibi örneklerle Kartallar bir Dünya takımı olduklarını, gözlerini daha da yükseklere odakladıkları bize açık açık  göstermekteler.

Sıhhatler olsun, çocuklar!


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

Not: Fotograf Hürriyet gazetesinden alınmıştır!

19 Ocak 2015 Pazartesi

BİLİC'İN ŞARJMATİĞİ

           


Beşiktaş takımı çok yoğun geçen birinci yarı sonrası bulduğu kısacık arayı, açıkçası çok yetersiz gözüküyor, ‘’bataryaları şarj’’edemez düşünülmekteydi. 30-a yakın maç oynamış, çok başarılı bir devre sonucunda futbolcular yorgun düşmüş, cezalar, sakatlıklar üst üste gelmişti. Kolay değil, eksik mevki, cezalı futbolcular ve 3 cephede savaşmak, teknik kadro ve çoğu sporcular için belki de kariyerlerinde şimdiye kadar başlarına ilk defa gelmekteydi. 3 haftalık devre arası bu gibi durumda çok kısa ve yetersiz görünüyor, ‘’Toparlayamazlar!’’ düşünenlerin sayısı çoktu…

 Tüm bunlardan dolayı, Royal Cup turnuvası çok önemli bir gösterge sayılır, takımın durumu hakkında reel bilgi verecekti. Beşiktaşlı futbolcular aynen SOMA-Fenerbahçe turnuvasında gibi rakiplerini yenip, bu sezon 2. Hazırlık da olsa kupasını kazanıyor, taraftarlarınla kucaklaşıyordu. Bilic’in şarjmatik istasyonu  tam mesai çalışmış, topçularını hazır etmişti. Çocuklar gayet fresh, diri ve istekli göründüler.  Hücumda ve defansta deparları son derece çabuk, eksiksiz ve rakiplerini kıskandıracak kadar boldu. Altını çizmek gerekiyorsa, her iki sezon başında sırası ile Chelsea ve River Plate takımları dize getirdiler, kısacası sesleri çok koyu major çıkıyordu!

Burada Bilic ve ekibinin  ustaca çalışmaları, çeşitlemelerle dolu metot ve hareketler ile, bu sınavdan da alnı açık çıkacakları gözüküyor.  Kartal takımı aynen ‘’beni öldüremeyen güçlendirir’’ misali her geçen ay daha da yükseklere uçmaya başlamış, yeni transferler ve özellikle yeni yuvasını yaptığında, hiç kuşkusuz Avrupa’nın en-prestijli şemalarda uçacak, tarih yazacaktır.


                                                                                                                 Ertan Hatipoğlu

13 Ocak 2015 Salı

TOTTİ BİZDE OLSA ÇOKTAN EMEKLİ EDERDİK





Geçenlerde futbol seminerinde konuşurken, Fatih Hoca Messi ile ilgili bir örnek vermişti. Kısacası Messi bizde olsaydı ne olurdu, diye anlamlı sormuş, daha sonra anlatmıştı... Oradan yola çıkarak, konuya bir başka açıdan bakmaya deneyelim!

Francesco Totti 38, De Sanctis 38, Buffon 38, Pirlo 36 yaşlarında! Hayır bu saydıklarımız İtalyan Futbol Federasyonun önündeki parkın şöhretler heykelleri değil,  birbirinin yakasına yapışmış, şampiyonluk mücadelesi veren iki takımın yıldızları ve baş rol oyuncularıdır. Baresi ve Maldini’nin yakın geçmişte 40-a kadar oynadıkları , hatırlatmaya gerek yok, herhalde.. İnter’li Sanetti de o yaşlara kadar oynamıştı.

Dikkat ederseniz, futbolcuları bol olan İtalya’dan bahsetmekteyiz. Bizde ise hem futbolcu yok, hem de çabucak emekli edilmeye çalışılıyor. Emre Belözoğlu 34 yaşında, bu yıl pas isabet oranı, maç sayısında ciddi iyileşme gözlenirken, futbolu bırakmaya davet ediliyor! Teofanis Gekas olayı ise daha komik; Yunan golcü
 34 yaşında, ama ülkemizde Samsunspor’a, yani 2. Lige bile layık görünmüş, ama kendine güvenen futbolcu oynadı ve hala fileleri havalandırmaya devam ediyor. Benzer durum bir başka santrforda, Hasan Kabze’de gözleniyor.Futbolcu 32 yaşında olmasına rağmen, daha 5 yıl önce ‘’kalemi kırılmıştı’’…Tugay Kerimoğlu ihtiyar diye küstürüldü, adam aldı başını Premier liginde kırkına kadar oynadı. Hem de, binlerce hayran bırakırken. Ya, Semih Şentürk’e ne diyelim? ''Nöbetçi golcü'' kendi kulübünden ayrılmak zorunda kaldı, yılmadı ve hala gol atmaya devam etmektedir. Sırf yaşı ilerlemiş, küstürülen futbolcu örnekleri çok!

 Peki neden bu muamele?  

Alt yapısı boşluklarla dolu gençler veya sıradan yedek kulübesinin‘’faili meçhul kahramanları’’ gelmeleri için…


                                                                                                  Ertan Hatipoğlu

12 Ocak 2015 Pazartesi

GERÇEK AŞK

                                  BORUSSİA DORTMUND HİKAYESİ
    




Böyle sadakatlı taraftara Dünya’da kaç takım  sahip ki?  Takım kaybettiğinde beyaz mendil sallamayan, sırtını dönmeyen, futbolcularına cep telefonları fırlatmayan, maçın gidişatı kötüye gidiyorsa hemen stadı terk etmeyen, kısacası kendine gerçek  ‘’12. Adam’’ gururla  dedirten bir taraftar grubu…

Ayni taraftar 2005 yılında o öldürücü maddi krizinde de takımını yalnız bırakmamıştı. Tünelde ne bir ışık, ne ses varken ve  kulübün hissedarları resmen dipsiz kuyuya paralar aktarırken, taraftarlar kombine, ürün almaya devam etmişlerdi. Futbolcular paralarını kesintisiz alırken, kulüp direktörü Hans Vatske bedava çalışmaktaydı. Kulübün sloganı ‘’Gerçek aşk’’ (Echte Liebe) orada kendiliğinden doğuverdi.

Borussia için bu kötü rüya daha bir kaç yıl devam etmişti. Vatske’nin tedavi reçetesi tutmuş, alman medyasını o zamanlar benzettiği ‘’iflaslı  kumarbaz’’ bu sefer masada başka rakam oynamıştı. Ve nihayet tren süratlenebilmiş, hatta düdük çalmaya başlamıştı.

2008 yılında Jurgen Klopp’un gelmesiyle, çok güçlü bir motor montajlandı ve  ‘’ayak gaz pedalından çekilmeyecek’’ vaadi yerine getirmekteydi. Klopp gençlere güvenerek, Subotic, Götze, Levandovski, Schmelzer, Hummels, Şahin, Gündoğan gibilerine şans tanırken, Łukasz Piszczek  gibi istenmeyen, Dede, Kel, Weidenfeller gibi üstü çizilenleri yeniden kazandırmıştı.

Yavaş-yavaş Borussia kendi masalını yazmaya başlamış, başarıları üst-üste gelmeye mahkum etmişti. Bu durum 2013 yılına kadar devam etti, ama bu çabuk oyuna ayak uyduracak futbolcu bulmak neredeyse imkansız olmuş, takımın geri dörtlüsünü bir maçta beraber görmek zorlaşmıştı. Marco Reus ‘’futbol  katillerin’’ hedefi olmuş, ayak bileklerinde altı ayda dört sakatlık geçiriyordu. Sokratis ayağını kırdı, Gündoğan ise, sırtında zedelenen bir sinir yüzünden 14 ay sahalardan uzak kalmıştı. Savaşçı Bender sahalardan çok hastanelerde dolaşıyordu.

Kapak olsun diye, Bayern iki yıldızını, Götse ve Levandovski’yi transfer ediyor, takımın çalışan mekanizmalarını iyice bozuyordu. Moraller sıfırlanırken, bir kaç barutluk kuvvet kalmıştı, ama maraton koşmak imkansız olmuştu.

Takımın üzerine bir lanet dolaşıyor, en-son 1985-86 sezonunda benzer duruma düşmüştü. Bayern’in acıması takımı iyice çökertmiş, gururu yerlerde dolaşmaya başlamıştı. Ayni Bayern düne kadar Borussia maçlarından önce uykuları kaçar, son derece çekingendi…

Çok az istisnalar dışında, taraftar yine takımının yanında, sevgisini ve desteğini vermektedir. On yıl önce takımın batmasına izin vermeyen bu sevgi ayni şiddetle devam etmekte, Kloppo ve ekibine bu krizden çıkmasına güç vermektedir. Bu aşkı sadece ‘’Signal İduna Park’’ta  görmek mümkündür.


Evet, buna karşılıksız aşk derler…

                                                                                                          Ertan Hatipoğlu

9 Ocak 2015 Cuma

AŞK BEDELİ





Bir zamanlar Barcelona’da sade bir tercüman olarak  ‘’Barca ebediyen kalbimde!’’ diyen Jose Mourinho, bu gün ‘’Eski aşk pas tutmaz’’ sözünü doğrularcasına 250 mln. euroyu katalanların kasalarına aktarmaya hazır görünmektedir. Onları  4 kez Altın top’u kazanmış bir ‘’Pire’'den kurtarmak için…Evet, büyük aşkın bedeli görünen kısmı budur!

250 euro karşılığında bizzat Bartomeu sırtında Londra’ya kadar taşımaya hazır olması, konunun diğer tarafıdır. Hatta ‘’Stamford Bridge’’ adrese teslim…
Bu transfer herkesin çıkarına gibi: Mourinho, Chelsea, Barcelona, Premier lig ve Lionel Messi'nin kendisine!   

Messi’nin skandallarına bir göz atarsak, daha Guardiola zamanında 2012 yılında, Pep’in kaçmasına sebep olmuştu. Giderayak Guardiola, soyunma odasını ve en-çok Messi’yi kontrol edemediğinden kaçtığını beyan etmişti.

2008-9 sezonunda İbrahimoviç ile mevki kavgasına girmiş, santrforun kaçmasına sebep olmuştu.
Barca, David Villa transferi için 40 mil. Avro ödemiş,  Valencia’dan Milli santrforu almıştı. Ama Messi yüzünden ortada değil, kanatta oynatılınca, uzun zaman yedek kulübesine gönderildi. Üstelik Lionel ondan mahsus pas almadığını öne sürüyordu…Sonunda yöneticiler Villa’yı Atletico takımına neredeyse hediye ettiler.

Bu yaz Arjantin takımını da karıştırdı, yakın dostu Ever Banega takımdan çıkarılınca, ortalığı dağıttı. Neyse ki, sakinleşti, olay tatlıya bağlandı, ama Sabella istifa etmek zorunda kalmıştı. Yerine Messi ailesine yakın olan Martino geldi!

Şimdi Enrique skandalı…



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

7 Ocak 2015 Çarşamba

KİM, NE KADAR ARA VERİR?




İngiliz ve İsrail kulüpleri her hafta, hatta Yeni yılın ilk gününde kendi taraftarlarını oynayarak sevindirirken, bir çok Avrupa ligleri uzun tatiller yapmaktadırlar.  Üstelik ‘’güz-ilkbahar’’ sisteminde oynayanlar da var…Bazı liglerin arası o kadar uzun ki, birinci yarıda ne olmuş, takımların puan sıralamasını bile unutulacak cinsten.

Avrupa'da ilk tatile çıkan Bosna ve Herseg’li futbolcular. 23 kasımda kramponlarını asıp, bavullarını hazırlayarak, neredeyse 100 günlük tatile gitmekteler! Rus takımları ise, Yeni yılda en-son maçlarını başlamaktalar. Onların  toplamda 18. maçı oynanırken, İngiltere’de 28., İspanya’da 26., bizde ise-23. hafta maçlar oynanmaktadır.

Bu konuda en-ilginç Gürcistan ligidir. 7 aralık tarihinde tatile çıktılar, fakat ne zaman 2. Devre başlayacak, belli değil. Duruma göre, dinlenmeye yoruldukları an, şubat sonu mart başında bir hafta sonuna nişan alırlar…

İşte Avrupa’da futbol liglerin kış tatilleri:

Bosna Hersek- 97 gün
Ermenistan-      91 gün
Makedonya-     91 gün
Rusya-                89 gün
Çek-                     83 gün
Bulgaristan-      76 gün
Romanya-           75 gün
Avusturya-            62 gün
Polonya-                   60 gün
Almanya-             41 gün
Hollanda-             27 gün
Türkiye-               20 gün
Belçika-                20 gün
İtalya-                            15 gün
Fransa-                 12 gün
Yunanistan-         12 gün
İspanya-               12 gün
Portekiz-              11 gün
İsrail-                    5-ten az
İngiltere-               5-ten az
İskoç-                    5-ten az
Kuzey İrlanda-    5-ten az



                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

5 Ocak 2015 Pazartesi

AĞLAMAYI KESSEK, HER ŞEY DÜZELİR




Son yıllarda moda oldu; Maç kaybediyoruz-bahaneler hazır, suçlular parmak ile gösteriliyor. Hep başkaları işimizi köstekliyor, hep yolumuzdan kara kediler geçmektedir. Bu ağlamayı kesebilsek, işimiz de ilerleyecektir. Aksi takdirde hep yamuk top, kötü saha, rüzgar ve güneş, hakem ve dünyanın bize komplolarını öne sürüp, sporda Malta gibi olacağız. Bitmek bilmeyen ağlama şimdiden statları seyircisiz kılarken, takip edilecek yönü bulmakla kaybedilecek yıllar, hızımızı iyice düşürecektir.


İş yapmak isteyen fırsatlar, istemeyen bahaneler bulurmuş, derler…

                                                                                                         Ertan Hatipoğlu



En okunanlar