30 Aralık 2015 Çarşamba

AKILLI OLMAK, HESAP ZAMANI

           



2016 yılında, hiç kuşkusuz futbol hayatımızın en-önemli forumu Avrupa Şampiyonası olacaktır. Biz türkler, Avrupa Şampiyonalarına başka bakmakta, fazladan önem vermekteyiz.Oralarda başarılı olmak, bize ekstra keyif pompalar...
Milli takımımız bu savaşta hem saha, hemde kulis mücadelesi vermek zorunda. Aslında bunlar birbirinin ayrılmaz parçalarıdır, ayrı tutarsan, birini ihmal edersen, başarılı olman imkansız gözükmektedir.

Saha savaşının en-büyük kozu, iyi hazırlanmaktır. Süper ligimizin son maçları 22.mayıs'ta oynanacaktır. Bu son maçlar 1 hafta geriye alınırsa, Milli takımımız için 10 hazirana kadar daha rahat bir hazırlık, daha doğrusu son detaylari daha net belirleme şansı yaratılacaktır.

Saha savaşında başarılı olmak için ikinci kuralı, güçlü ve geniş kadro ile gitmektir. Son gittiğimiz Avrupa Şampiyonasını hatırlamamız yeterlidir. Dar kadro yüzünden finale çıkamadık, elimize gelen şansı harcadık…İşte burada kulis çalışmaları ile bağlantılar olmaktadır. Bir Fernandao’yu örneğin, türk statüsüne geçirmek için, sadece vatandaş yapmak yetmiyor. FİFA-dan onay da gerekiyor.

Grup elemelerimizde son 4-5 maçımızı hatırlayalım! Eğer o maçların sadece birisinde çok net bildiğimiz ‘’katil’’hakem gelseydi, biz 2-3 gün yazar, çizer, daha o kadar örneğin fransız mallarını boykot edip, unuturduk. Tabi, Avrupa Şampiyonasını da…

Michel Platini’nin gitmesinden sonra, futbolun her alanında yolumuz açıldı ve bu bizim için net bir işaret olarak algılanmalı. 26.şubatta yapılacak FİFA Başkanlık seçimlerden önce rüzgarın esiş yönünü çok net algılamalı ve gereken hamlelerle yeni Başkan’ın yanında yer almalıyız. Rüzgarın yönünü dedik de, onu artık ilk okul çocuklar bile algılamış durumda. USA ve İngiltere’de öğrenim görmüş Ürdün prensi Ali bin El-Hüseyin hiç kuşkusuz Dünya futbolun yeni başkanı olacaktır. Onu desteklemek ve yanında olmak bizim futbol konforumuzu çok etkileyecektir.

Çinli’ler ne iyi demişler: ‘’Değişim rüzgarları esince, aptallar duvar örer, akıllılar ise, yel değirmenleri yaparmış’’



                                                                                                                    Ertan Hatipoğlu

27 Aralık 2015 Pazar

EVİNDE ANTRENÖRLE YAŞAYAN YILDIZ




Beşiktaş’ın genç futbol yıldızı Gökhan Töre sportif hayatının belki de en-doğru hamlesini yapıp, Almanya’dan kendine özel bir antrenör getirtti. Bu olay kendi takımında futbolcu arkadaşları tarafından şakalara neden olsa da, özellikle Gökhan için son derece akıllı bir hamleydi. Self kontrolü oldukça gerilerde biri için, günde 3-4 saat antrenman zamanı gözetimi çok yetersizdi…Geri kalan kocaman 20 saati de kontrol altına almak, özellikle geçen yıllarda yaşanan bar, otel ve bilinmeyen onlarca tehlikeli hadiseden sonra, yapılacak en-mantıklı hamle bu gözükmektedir.
Bakalım özel koç neleri raylarına sokup, düzeltiyormuş!

İlk önce, sporcunun hedef ve amaçlarına göre bir günlük antrenman, beslenme, toparlanma ve özel hayat planı yapılmaktadır. Anatomik, sağlık ve hematoloji raporlara göre, gereken düzenlemeler uygulamaya sokulur. Beslenme, sakatlık önleyici hareketler onların en-çok bildikleri yerlerdir. Yapılan futbol antrenmanların analizleri, zaaf yerleri, fazlalıkları tespit edilir, işlevsel durumlar kontrol altında tutulur. Yıllarca gelişimi duran bazı fiziksel niteliklerinizin bu durumdan çıkıp, ilerlemesini sağlanmaktadır. Özel koç sporcunun hedefine giden en-kısa yolu tarif edip, kontrol etmekle görevlidir. Motive etmek onun öbür adı olup, kendi ilerlemenizin görmenize ve daha önemlisi sabırlı olmanızı terbiye etmektedir. Kısacası, özel koç her gün kendinizi yenme dersleri vermektedir. Acılara her gün olmasa da, sıkça sarılabilmeyi öğretmektir.

Bu meyanda, Gökhan Töre tüm yıldız futbol adaylarına örnek olacak bir sporcudur. Beşiktaş ve Milli takımızın hedefleri doğrultusunda paralel hareket eden bir futbolcu herhalde, Fatih Terim gibi bir pedagog ve üstadın gözünden kaçmayacaktır!


                                                                                                                    Ertan Hatipoğlu

15 Aralık 2015 Salı

FENERBAHÇE YOLU





Başka yazılarımızda defalarca vurguladığımız gibi, Fenerbahçe takımı hocasını geç belirledi, ön elemeli sezonuna geç ve telaşlı başlamıştı. Bunun yanına antrenman, kamp yeri ve kalım süreci gibi hatalar yapılınca, takım Shaktar engelini aşamadı ve Şampiyonlar Ligi'ne merakla kurduğu o kadroyu mundar ediyordu. Temeli olmayan, aceleci, yanlış hazırlık takımı ancak maçtan-maça ‘’antrenmanlı’’ duruma getirirken, arzulanan ‘’formda’’ durumdan eser yoktu…

Kasım ayın ikinci bölümünden itibaren takımda gözle görülür canlılık gelmiş, Süper'de liderlik ve Avrupa Ligi'nde başarı geliyordu. Bu başarının altında takım için şanslı sayılacak bir kaç etken vardır.
Birincisi, Gökhan Gönül’ün erken sakatlanması ve yaratılan rahat hazırlık ortamı. Yıldız futbolcu takımın gereksiz telaşlarından uzak, yaklaşık iki ay ferdi çalıştı ve geri geldiğinde, takıma katkısı ile, herkesi büyüledi. Bu konuda benzer örnek Alper Potuk olayıdır. Alper takıma uzun bir süre giremedi, rahat  hazırlandı ve kendi saatini sabırla bekledi. Sonrası malum…
İkinci etken
takıma sonradan katılanlar, yani hazırlıklarını başka takımda, telaşsız hazırlananlardır. Volkan Şen ve Ozan Tufan gibileri…
Üçüncü etken ise, takımın kendi yüksek performans potansiyelidir. Kimse için şüphe yok ki, bu takım iyi hazırlansa, Şampiyonlar Lig’inde başarılı olurdu. 

Olanlar olmuş, zararın neresinden dönersen kardır, demişler. Teknik Direktör Pereira dolaylı da değil, yukarıdakilerini direkt itiraf etti! Kabullenmiş günah, yarım günahtır misalı, ne yapılması gerekir?

Birincisi, ikinci yarıya çok kaliteli, gerçek hazırlık yapılmalı. Yaklaşık, sadece 3 hafta ara olduğundan, bu süre uzatılması gerekir. İlk yarı sonuna kadar kalan 2 maçta 2 puan kaybetse bile, hazırlıklarını hemen başlaması gerekir. Böylece, hazırlık süresi 3 değil, 5 hafta olup, arzulanan sportif forma girilecektir. Yani, son Gençler deplasmanı ve Sivas maçına antrenman ‘’kesmeden’’, yüklü girilmesi gerekir. Bize kalsa, 2 devre ilk Eskişehir maçını da bu sürece ilave edilmesi gerekir. Böylece, hazırlık dönemi 2 aya kadar uzar ve o zaman takımı kimseler tutamaz!


Yıldızlar bile…

                                                                                                           Ertan Hatipoğlu


13 Aralık 2015 Pazar

ADA’YA HÜCUM



Futbolun yakın tarihine bakarsak, değişik yıllarda  özellikle Dünya’da elit futbolcu ve antrenörlerin görev yapmak istedikleri ligler görebiliriz. Geçen yüz yılın sonlarında İtalya’nın Serie A çok modaydı. Daha sonra, La Liga’da görev yapmak  herkesin hayallerini süslemeye başladı. Bu günlerde bile öyle...

Dünya’da her şeyin değiştiği gibi, son zamanlarda Premier Lig’in yükseldiğini, ilk önce sadece ileriyi görebilenlerin hedef haline geldiğini, ama hiç kuşkumuz yok ki, yakın gelecekte tüm yıldızların neredeyse, oraya gideceklerdir. Bu durumu dikte eden  temel iki faktör vardır. Birincisi tamamen duygusal - Premier Lig’in tüm takımların, özellikle yayın gelirleri astronomik rakamlara ulaşmış durumda. ‘’Sky TV’’ ve BTS 2016-2019 yıllar arasında ingiliz takımlarına tam 7 milyar euro pompalayacaklar! Sadece yayın gelirleri...

İkinci faktör, Ada’nın son yılların organizasyon kulis atakları. FİFA ve UEFA-da durumlar vahim, hiç kuşku yok ki, Büyük Britanya oralarda daha fazla söz sahibi, hatta tek başına yönetecektir. İngiltere 1966 yılından beri Dünya şampiyonluğu bırakın, elle tutulur bir zaferi yoktur...Şampiyonlar ve Avrupa Ligler’inde epizodik başarılar hiç kuşku yok ki, onları ve topluluklarını tatmin etmiyor, hatta öfkelendiriyordur.

Bu iki temel faktör, son yıllarda Ada’yı çekici kılarken, bunları önceden gören bazı hocalar yerlerini çoktan almış durumda. İşte, Portekiz ‘’tilkisi’’, daha doğrusu ‘’kurt’’ hoca Jose Mourinho. Real Madrid macerasından sonra, hiç düşünmeden Abramovic’e ‘’evet!’’ dedi ve şimdi dikkat edilirse, kovulmaması için elinden fazlasını yapmaktadır. Görevine son verilirse şayet, kimseler için sır değildir ki, yine Premier Lig’in başka bir takımını çalıştırmak isteyecektir.
İşte Luis Van Gaal- Dünya Şampiyonası’ndan önce bavullarını toplamış, Manchester şehrin özelliklerini ezberlemişti. Bir başka örnek ise daha yeni ve tazedir; Jurgen Klopp çok sayıda tekliflere rağmen, Ada’ya gidiyor ve problemli ‘’Pool’’u alma riskine katlanıyordu...Pep Guardiola ise, Bayern Münih gibi takımı Manchester City uğuruna bırakmaya dünden razı. Antonio Conte, büyük ihtimal Twitter'da Roman Abramovic'i takip etmekle yetinmiyor, yatını Uzay'dan takip ettirip, rotasını ezberlemiştir..
Fazla uzaklara bakmaz, yabancı olmayan biri, Slaven Bilic'i hatırlayın! Neredeyse, kaçarcasına West Ham takımın menajeri oldu, BJK-da yapamadıklarını gerçekleşmek için...Hem cebini doldurmak, hem de kendini nizami aynada görmek, için...

Tüm bu örnekler rüzgarın nereden estiğini görmüş, güzel algılamış profesyonellerdir...Pekmez gibi malın olsun, Antakya’dan sinek gelir, demiş atalarımız.
Futbolcular örneklerine gerek kalmadı, anlaşılan...


                                                                                                        Ertan Hatipoğlu

"ВАШЕ БЛАГОРОДИЕ" VASHE BLAGORODIE, GOSPOJA...

8 Aralık 2015 Salı

MONACO'LU MEMURLARIN İŞGÜZARLIK KRALLIĞI




Ne derler,  alışmış kudurmuştan beterdir...Monako’lu memurlar yine boş durmadılar, geçmişi kurcalarken, bu sefer 2005 Helsinki Dünya Şampiyonasında, 800m. bronz madalya kazanan Rus atlet Tatyana Andrianova'nın geriye dönük testinde, stanozolol maddesi buldular. Ertesi sabah, daha kahvelerini içmeden, Rusya Atletizm Federasyonunu aradılar ve ‘’gereğini yapın!’’ dediler. Ruslar zaten şu günlerde, malum kafaları çok dolu, hemen sporcuya 2 yıl ceza ve 9.08.2005-9.08.2007 tarihler arası ne başka neticeler almış ise, hepsini iptal ettiler, sildiler...


Tatyana sporu çoktan bırakmış, 35 yaşının olgunluğu olsa da, zor anlar yaşadığını tahmin etmek, zor olmaması gerek.

İAAF Doping kontrol Komisyonun yaptığı bu iş ibretliktir; Bir taraftan, ne demişler, acele işe şeytan karışır, diye...Monacolu’lar olayı iyice düşünmeden, olayı her tarafından bakmadan, sırf iş yapalım, şunlara haddini bildirelim diye, sıradaki büyük gafına imza atmışlar.

Dünya Antidoping Yasasına  ve İAAF  talimatlarına göre, 1.01.2015 tarihine kadar atletlerin numunelerini dondurma süresi 8 yıl olacaktır! Böylece, sporcunun 9.08.2005 tarihinde alınan numunesi  en-geç 9.08.2013 tarihinde imha edilmesi gerekir ve daha sonra geçerliliği yoktur. İAAF  4 yıl değil de, 2 yıl ceza verirken, olay eski olduğu için, eski kurallara riayet ediyor da, bu ayrıntıyı gözden kaçırması pes dedirtecek cinstendir.
Kaldı ki, yeni kurala, yani 10 yıl dondurma süresine göre hareket etse bile, yine olmuyor, zira numunesi 9.08. 2015 tarihinden sonra bakılmıştır.

Andrianova karardan sonra CAS-a başvurmuş durumda ve büyük ihtimal kazanacak, Monaco’lu memurların zaten sarsılan prestijleri bir daha yara alacaktır. Son dönemde ceza almış sadece rus atletlerden 3-ü aklanmış, hatalar sonucu madur oldukları ortaya çıkmıştı. Tatyana büyük ihtimal 4-ü olacaktır.

Bir de, şu geriye yapılan numune testleri, kime ne yarar, ne getirmektedir? Maria Mutola yıllar sonra, bronz madalyasına kavuşunca çok mu mutlu olacak, horon mu tepecektir? Net klasmanı olmayan tek spor atletizm ne kadar yaralar alacak, bunların hesabını da birileri yapmalı.Yoksa, bu gidişle, Monako’lu memurlar antik Olimpiyatlarda 4 kez şampiyon olan Rodos’lu Leonidas’ın naaşını çıkarıp, teste tutacaklar!  


                                                                                                             Ertan Hatipoğlu

28 Kasım 2015 Cumartesi

ŞAMPİYONLAR LİG'İN DERSLERİ




Şampiyonlar liginde 5. maçlar oynanırken, büyük paraları yine ‘’oynadıklarını’’gördük. Çok büyük paraların…İşte, gruplarında birinci olması kesinleşen takımlar-Real Madrid, Barcelona ve Bayern Münih.Bunlar zaten Dünyanın en-zengin kulüpleri.Bir başka grubunda  birinci ise, Gasprom’dan desteklenen Zenit takımıdır.

Ligin gruplar aşaması ise, bize başka bir gerçeği açıkça gösterdi; Büyük paralar ile sadece olmadığını, onlara rağmen her takım başarıya ulaşamadığı. Manchester United 140 mln. Euro transfer bütçesi ile, Wolfsburg’a karşı son maça kadar endişe ile bekleyeceklerdir. Kısacası, sadece para değil, akıl da lazım!

Her zaman gibi, bu ligde en çok kazanan mütevazı takımlar oldu. İşte Astana, kısıtlı yatırımı ile, herkesin kalbini feht ettiler.. Büyük takımlara karşı sergiledikleri cesur ve açık futbol ile, saygı gibi pahasızı kazandılar!


                                                                                         Ertan Hatipoğlu

18 Kasım 2015 Çarşamba

MONACO'LU MEMURLARIN EN-SON MARİFETLERİ

                        



Şu Monaco’lu memurlar düzelmeyecek, kardeşim! Yeni Başkan da gelse, vitrini makyajlansa da, adamların içi böyle, genlerinde var…
Pazar günü Japonya’nın Kanazawa maratonunda çok çirkin olaylar oldu. İrkuts’tan gelip, Rus atlet Viktor Ugarov, uluslararası maratonu kazandı, üstelik parkur rekorunu 2.17.19 derecesi ile geliştirdi! Ama bu zafer Rus sporcuya sevinç ve gurur değil, hüsran getirdi. Neden mi?

Yarış, İAAF-ın Rus Federasyonuna getirdiği yasaktan tam 2 gün sonra yapılıyordu. İAAF dün ‘’bu vahim olayı’’ ele almış, Ugarov’un ‘’büyük günahını’’, atletizmin gelişmesini engelleyen hadiseyi masaya yatırmıştı. Ne de olsa, onlar bir Monaco’lu memur ve genlerinde atletizmin prestijini korumak vardır!   

İlk önce, Rus maratoncunun rekorunu iptal etmişler, daha sonra organizasyona baskı yaparak para ödülünü verdirtmemişler. Yetmemiş, Monaco’lular Rus Atletizm Federasyonundan Umarov’a ceza talep etmişler. Neden? Çünkü,Viktor koşmuş ve kazanmış…
Sadece, İAAF  Disiplin Komisyonu şunu unutmuşlar - bu sporcuyu maratona koşması için birileri müsaade etmiş! Bu birileri yarış organizatörleridir ve onlara ‘’ceza’’ gibi hiç bir kelime çıkmamıştır. Bu olayın bir başka skandal tarafı ise, Umarov'un hiç bir zaman milli olmamasıdır! Adam milli değil, ülke atletizmin ceza alıp, almamasını nasıl takip etsin? İAAF kimlere ceza vermeye, kimleri üzmeye çalıştığı çok net gözükmektedir.

Kısacası, atletizmde ‘’adi suçlu‘’olman için ille de, yasaklı madde alman gerekmiyor, artık…




                                                                                                                   
Ertan Hatipoğlu

14 Kasım 2015 Cumartesi

İAAF GÖZ YAŞLARINA İNANIR MI?

   


Akşam geç saatlerde İAAF Konseyi Rusya Atletizm Federasyonun (RAF) üyeliğini bloke etti. Karar 201. İAAF Konsey olağan dışı toplantısında oylandı. 
Toplam 26 Konsey üyeden 24 katıldı ve 22 ‘’evet’’, 1 ise ‘’hayır’’oy kullandılar. Konseyin Rus üyesi doğal olarak, oy kullanmadı…

Karardan sonra, hem Başkan, hem de bazı eski yıldız sporcu-üyeler çok kızgın oldukları, atletizmin prestij kaybının sebebi Rusya olduğunu öne sürdüler. Sanki ayni kişiler yeni seçilmiş, neredeyse 10 yıldan beri Konsey üyeleri değilmişler gibi konuştular…Sanki , ayni kişiler daha geçen yıl Dünya gençler yürüyüş ((Cheboksary 2016) ve Dünya gençler şampiyonası (Kazan 2016) için onay vermediler, Ruslara güvenmedikleri gibi, karar verdiler. Daha sonra, etik ve vicdani değerlerinden bahsedildi ve İAAF dürüstlük ilkelerini hatırlatarak, toplantıya son verildi.

Bakalım bu karardan sonra, neler olacak, tarafların önünde ne gibi olasılıklar gözükmektedir:
1.     Rusya’nın hiç bir atlet ve yardımcı personeli uluslararası yarışlara iştirak edemez!
2.     Rusya İAAF veya EAA yarışlarına ev sahipliği yapamaz!
3.     RAF delegeleri CAS-ta yapılacak duruşmalarda yer alamayacaklar!

Üyeliğin geçici bloke edilmesi:

1.Rus atletlerin milli yarışlara girmelerini engellemez!
2.Rus elit atletlerini İAAF Antidoping programlarından muaf kılmazken, tam tersine, daha sık      kontrole tabi tutulacaklardır!

Daha sonraki adımlar şunlardır:

-       - RAF kendi üyeliğinden vazgeçmez ise, İAAF geçici üyelik kesintiyi dağimi yapmaya sahiptir.

-       - RAF üyeliğini geri alması için, bazı kriterleri yerine getirmek zorunda: Mesela, Rune Andersen (NOR) başkanlığında bağımsız denetleme ekibini kabul etmek zorundalar.


Kısacası, Rusya  atletizmi için  ‘’Sevr Antlaşması’’ yürürlüğe girecektir! 
İAAF na slezam ne verit!

                                                                                                                     Ertan Hatipoğlu


3 Kasım 2015 Salı

MOURİNHO'NUN AYAĞI KAYINCA...




Chelsea takımın  çok yönlü menajeri Mourinho son haftalarda zor günler geçirmektedir. Bir çok taraftan darbe üstüne darbe alan kurt hocanın atılması yönde iddia bahislerin oranı 1.30 düşmüş durumda. Durum o kadar vahim…


Son Liverpool malübiyeti taraftarların maç bitmeden yerlerini terk etmesi, maçtan sonra basın toplantısında 7 soruya ‘’söylenecek bir şey yok!’’demesi, 11 maçta 6 kez mağlup olması ve düşme potasına girmesi, hem Jose, hem de takımı için son derece üzücüdür.


Yere düşen Mourinho’ya ağır darbelerden iki tanesi Madrid’ten geldi. İlk önce ‘’El Pais’’ gazetesi ‘’Mourinho’ya acımak mı? Asla!’’ diye manşetten çıkarken, eski düşmanı Jorge Valdano:‘’o sıradan bir hoca, fazlası değil!’’diye demeç vermiş. Jose’nin onu Real’den kovmasının kuyruk acısı dinmemiş, artmış anlaşılan


Tüm bunlar olurken, kurt hocanın hiç bir takım oyuncusunu hedef göstermediği, krizi son derece akıllı yönettiği göze çarpmaktadır. Neticede takım futbolcular arkasında oldukları, hocalarına güvendiklerini beyan etmiş durumdalar. Abramovic bunları görecek ve algılayacak olmalı ki, çok sevdiği ve güvendiği hocasına son şans vermiş gözükmektedir.Yarın, evinde Dinamo  Kiev maçı ve cumartesi Stoke City deplasmanında tam anlamı ile dananın kuyruğu kopacaktır. Kısacası, Hamlet'in delirmeden önceki söylediği ''to be or not to be''sözlerini Jose de söyleyecek.   

Düşenin dostu sadece kendiymiş…


                                                                                                            Ertan Hatipoğlu


 



30 Ekim 2015 Cuma

SÜPER LİG MANZARASI




Türkiye Süper Ligi'mizin 10 haftası biterken oluşan manzara bir çok futbol sever için normal gözükmektedir. Fakat, hakem hataları damgasını vuran ligin bu bölümünde en-çok TRABZONSPOR taraftarını üzmüş durumda. O hatalar yüzünden Karadeniz takımı puan cetvelinde bekledikleri, oynanan futboluna denk gelecek yerinden oldukça geride kalmış durumdalar. Bunun dışında, diğer favori takımların puan durumlarında bir anormallik gözlenmiyor.

Lider BEŞİKTAŞ eski hocası Bilic sayesinde, ön eleme oynamadan, rahat bir hazırlık geçirdi. Özellikle Lig maçlarına çok önem verildiğinden, takım iyi, hazır gözükürken, tecrübeli hocaları sayesinde, muhtemeli yüksek ‘’Quaresma-Töre, Gomez-Tosun’’ problemleri yaşamadan, yoluna devam etmektedir. Geçen yıla nazaran, daha geniş ve kaliteli kadrosu ile Avrupa Lig’inde daha iyi futbol ve puanlar alınmalıydı. Yıllarca başına gelen sakatlık sendromunu çözmüş, çok sayıda futbolcusu ise olgunluk yaşlarına girmiş durumda. Sezon başı yükseklik kampların nimetlerinden faydalansaydı, takım şu anda çok daha ‘’çelik’’gözükebilirdi. Bir de, şu ‘’bin dokuz yüz Balkan harbinden’’ kalma antrenmanlara az çok modernleşme, yenilenme, çeşitlenme, fantezi katılsa, tadına doyulmazdı.

GALATASARAY takımı rahat, planlama açısından son derece iyi bir hazırlık evresi geçirdikten sonra, dikkatini ağırlıklı olarak Şampiyonlar Lig.’ine vermiş durumda. Takım formunu ona göre planlayan Hamza Hoca, amacına ulaşmış gözükmektedir. Eleme maçların en-önemli bölümünde takımı hiç kuşkusuz kendinden zayıfları yenecek, kuvvetlilerden ise, maksimalini alacaktır. Süper Ligi'mizde de özellikle önümüzdeki 6 hafta çıvarında liderliği zorlayacak gibi…
Takımın tek kusuru hazırlık döneminde yüksek rakım kamplarından yeterince faydalanamaması gözükmektedir.

FENERBAHÇE bu yıl uzun zamandan beri Şampiyonlar Lig’in, ön elemesine katılmaktaydı. Takım geçen yılların hazırlık şablonunu bozmazken, geleneksel ‘’12 gün Topuk Yaylası’’ antrenman metodu olarak, skandal tarifesini uyguladı. Bu yetmiyormuş gibi, ön elemenin önemli Shakhtar maç haftası son derece durumuna göre sakıncalı bir Afyon turnuvasına gitti. Kısacası, yeni hocası Pereira tüm bunlara ‘’stop!’’ diyemedi, takımı hazırlayamadı. ‘’Sportif forma ulaşılması genel hazırlık dönemin görevidir!’’diye yazılı antrenman prensibi vardır. Akademisyen olduğunu iddia eden Portekizli hoca, gereğini yapmalıydı.Takım maçtan maça ‘’antrenmanlı’’duruma gelmektedir, ama asla sportif forma ulaşamaz! 
Sayın Pereira iki sportif vaziyet arasında farkı biliyordur…


                                                                                                               Ertan Hatipoğlu

28 Ekim 2015 Çarşamba

NE EKERSEN ONU BİÇERSİN




Ülkemizde bir çok futbol antrenörü, durmadan usanmadan ağlamaktadır.Mesleklerine saygı yokmuş, devamlı işlerine son veriliyormuş, diye… 

Avrupa’ya bakıldığında, bu mesleğin oralarda da nankör olduğu görülmektedir. Oralarda da antrenörden netice aranmakta, özellikle takım futbolcuları ile uyum güdülmektedir.La Liga’da Levante ve Las Palmas De Gran Canarya, Serie A-da Carpi, Bundesliga’da BorussiaM ve Hoffenhaim, Premier Liginde Liverpool ve Aston Villa’nın antrenörlerine, daha ilk 2 ayda son verilmiş durumda.Hatta Chelsea’nın en-kıdemli ve şöhretli hocası Mourinho bile bu yazı yazılırken, işine son verilmiş ihtimali yüksektir!

Yine bize dönülürse, Süper Ligimizde benzer manzaralar görülmektedir. Hocalarımız ağlamaktansa, kendilerini geliştirmek, çeki düzen verilmeli, teknik ekiplerini güçlendirmelidir. Diyet borçlarını ödemeleri için başka yollar bulmalı, etrafında işine yarayacak elemanlar ile kuşanmalılar. Takımın değişik problemlerini çözebilecek, ekstrem durumlarda ışık tutabilecek uzmanlar ile çalışmalı, örneğin eski takım arkadaşı, hocası diye ekibine dahil etmemeli. Kendilerine tartışmasız biat edecek, sadece ‘’siz bilirsiniz, efendim!’’diyebilecek elemanlarla yola çıkmamaları bilmeleri gerekir.Özellikle gittikleri Anadolu kulüplerinde, kendi hareket ve davranışlarına dikkat etmeli, futbolcularına hayat tarzları ile örnek olmalılar. Oralarda her adımları kulüp yöneticilerine rapor edildiğini unutmamalı, futboldan başka şeylere konsantre olmamaya dikkat etmeliler.

Kısacası, netice almadan çalışmak isteyenler, ağlamaktansa, gitsinler kendilerine başka meslek bulsunlar!

                                                                                   

                                                                                                                Ertan Hatipoğlu

24 Ekim 2015 Cumartesi

ÖLME EŞEĞİM, ÖLME...





Şampiyonlar Lig’i Avrupa’nın en-iyi takımların amansız savaşları yerine, git-gide reklam ve pazarlama ürüne bürünmeye başladı. Turnuvanın değişen  formatı,  takımların artan sayısı, beraberinde rekabetçi ruhunu yok etmiş görünümdedir.

İşte, eleme aşamasında büyük takımlar kendilerini vermeyerek, tasarruflu oynarken, genelde küçükleri yeniyor, kendi aralarında maçlarını ise, berabere bitirmekteler. Kafaları daha fazla kendi liglerinde, hafta sonunda oynayacakları derbi veya zorlu deplasmanlardadır.Bir tek Premier Lig’in takımları futbolun hakkını vermekteler, ama onlar da her zaman gibi, modern futbolun bir çok konusunda ‘’fransız’’ kalmaktalar...
Kısacası, gittikçe artan bir tempo ile, Şampiyonlar Lig’i az futbol, fazla reklam, sponsorlar, ve paralara dönüşmeye başladı. Hakemler de ortama ayak uydurmuş, büyük takımları şöyle veya böyle mağdur bırakmamaya çalışmakta başarılı oldukları açık görünmekteler. Grup aşamasında…

Futbol izlenmesi için mart ayını beklenmeli, direk elemelerin tadını ancak o zaman çıkarılabilir. O zaman gelene kadar: ‘’ölme eşeğim ölme yaz gelir de yonca yersin!’’


                                                                                                                Ertan Hatipoğlu

23 Ekim 2015 Cuma

PEREİRA'NIN GAFLARI

         



Sezon başına dönülürse, Fenerbahçe yeni hocası Pereira'nın, yanlışlar zincirin ilk hamleleri rahatlıkla görülür. Takım 2 yıl Avrupa’dan uzak kalmasından sonra ilk defa, hem de ön elemeli girmesine rağmen, sezon öncesi hazırlığının şablonunu değiştirmemiş, kendisinden önce 2 teknik direktörün periyodlamasını yapmaya kalkışmıştı. Sadece 12 günlük Topuk yaylası kampından sonra, temmuz ayı ortalarında İstanbul’un nem, sıcaklık ve kirliliğine dönmüş, Shakhtar maçı haftasında son derece gereksiz, tehlikeli bir Afyon turnuva macerası belleklerde kazınmıştır…Yanlış anlaşılmasın, turnuva oynamak kötü bir şey değil, tam tersi, ama zamanlama ve hedefler başkaların olunca, faizi yüklü olmaktadır. Netice olarak: yorgun takım, antrenman için kaybedilen hafta, hazırlanamayan Van Persie, Şampiyonlar Lig’i hayaline son…        

Oysa ki, sezon başı hazırlıkları 1-2 hafta öne alınsa, Topuk yaylasından hiç inilmese, Afyon turnuvası iptal edilse, Ukrayna şampiyonunu yenemese de, takımını daha sağlıklı hazırlar, Norveçli ‘’kayakçılar’’a kendi evinde zavallı duruma düşülmezdi.

Victor Pereira’nın ikinci sayılır gafı Laktik asit testleri ile ilgili. Gazetecilerin sakatlıklarla ilgili sorusuna, hoca ‘’Laktik asit testi sakatlıklarla ne alakası var?’’
dedi ve tarihe geçti! Bir de pişkin, pişkin ekibinde ne kadar çok akademisyen hoca var diye, eklemeyi ihmal etmedi.

Üçüncü gafına gelince, Kayseri deplasmanı ile ilgiliydi…Pereira  takımının kötü oyununu  bu sefer Kayseri’nin yüksek rakımına bağladı. Hoca’ya hatırlatmak gerekir; Süper Lig’imizde daha 4 benzer deplasman var! Sezon başında benzer rakımlarda daha fazla mesai harcasaydı, bu tür komik bahanelere başvurmazdı.

Pereira’nın komiklikeri burada bitmiyor. Geçenlerde, pazar günü oynanacak Galatasaray derbisi için, rakibinin 1 gün fazla dinlenecek diye, avantajını öne sürmekteydi! Ne yani, UEFA programını iptal edelim, iki takımın maçlarını ayni gün yapalım!? Birileri yine Viktor’a hatırlatmalı ki, kadro olarak Fenerbahçe Süper Lig’in çok üstünde ve ona göre rotasyonlar yapmalıdır. Tabi, rotasyonları hazır takımlar yapar, ne yaptığını bilmeyenler değil…

Belli ki, akşamki Ajax galibiyetinden sonra, Portekizli teknik director bir miktar nefes aldı, en-azından 1. Devrenin sonuna kadar bizi komik bahaneleri ve demeçleri ile neşelendirecektir. Kısacası, pideyi yiyen değil, verende suçtur!

                                                                       

                                                                                                Ertan Hatipoğlu

13 Ekim 2015 Salı

ARDA MUCİZESİ

  


Sadece birkaç ay önce her futbolcunun hayalini süsleyen, Barcelona transferini gerçekleşmiş, FİFA  yasağına rağmen, resmi maçlara çıkamasa da, takımın antrenman-eğitim sürecine, kentin havasına katılmıştı. Sezonun başlarında, Luis Enrique ağır  ve yeni sistemine alışma sürecinde sakatlık gibi problemler yaşasa da,  eylül ayında, ilk iki Milli maçta da katkısını yapmış, ayakta alkışlanmıştı. Özellikle Hollanda maçında, futbol çevrelerine kendini konuşturmuştu.

Daha sonraki bir ayda Barcelona antrenmanlarına alışmış, bireysel kondisyon ve becerilerini yukarıya çekebilmiş, çok önemli Çek maçında adeta resital yapmıştı! Her şeyden önce özgüven, tapa hakimiyet ve tabi ki o çalımdan sonraki asisti tüm dünyayı hayrete düşürdü.
 Herkesin kafasında ‘’bunları sadece antrenman ile, maçlar oynamadan nasıl yapabiliyor?’’ sorusu dolaşmaktadır, hala...Bilmeyenlere hatırlatalım; Arda’nın  bu sezon, şu ana kadar sadece 3 resmi maçı vardır, onlar da Milli takımımızın maçlarıdır. Dördüncüsüne bu akşam Konya’da İzlanda’ya karşı çıkacak, katkısını verecek, takım lideri olduğunu bir kez daha gösterecektir.

Gerçekten, tüm bunları Arda Turan nasıl yapabiliyor?
Herşeyden önce, Arda çok yüksek seviyede futbolcu, hatta dünya yıldızıdır. O tür yıldızlar kişisel kondisyon seviyelerine çok çabuk gelirler ve özellikle tanıdıkları takım arkadaşları ile uyumu kaybetmeleri zor olur. Maç kondisyonlarında eksiklikler olsa bile, topu ayakta tutma, çalımlar ile adam eksiltme, gol asistleri vermelerinde problem olmaz. Onlar için az maç oynamış, eksik antrenman yapmış gibi gerçekler, görevlerini yerine getirmekte zorlanmazlar. Tıpkı atletizmin sönmeyen yıldızı Usain Bolt gibi...2 yıl boyunca  sadece 2-3 yarış yaparak Dünya şampiyonasına çıktı, ama altınları kapıp, rakiplerini yine üzmeyi başardı.

Burada Fatih Hoca’nın hakkını, Arda’ya inanarak, güvenerek, her şeye rağmen onu oynatması ile, verilmesi gerekir! Dünya’da benzer durumlarda kaç antrenör sporcusuna güvenir, oynatır? Belli ki, bu güvende sadece hisler değil, bilim ve tecrübe vardır. Benzer rasyonel ve ilerici hareketler yabancı hocalardan görmüştük, ama  bu seferki yerli mucizesi  göğüslerimizi kabarttı.

Haydi, Arda!


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

25 Eylül 2015 Cuma

KÖLSCH BİRASI

                      



Köln kentini görmeyen Almanya’yı görmüş sayılmaz, derler. Sadece yöresinde yapılan, şişkinlik yapmayan o meşhur Kölsch birasını içmeyen, hayatı boyunca merak eder...
Bir de Köln’lülerin gurur duydukları, spor dünyasında isim yapmış bir doping laboratuvarları var. Donanımlı, temiz, bilim adamlarla dolu bir merkez...Yıllar boyunca görevini yapmış, hatasız, güvenilir bir şekilde hizmet etmiştir.

Taki, son bir kaç aya kadar! 

İlk önce, Rus yürüyüşçü, şampiyon atlet Stanislav Emelyanov’un ‘’B’’ numunesi ‘’A’’ numunesinden farklı sonuç verdi!? Bu olay, deyim yerindeyse 100 yılda bir olur, bu sefer Dünya’nın en-güvenilir merkezinde olması, özellikle atletizm çevrelerini son derece rahatsız etti. Nasıl olur da, ikiye bölünen idrar, birisi EPO ‘’pozitif’’,  diğeri ise ‘’negatif’’ çıkabilir? Bir başarılı sporcunun hayatı ile nasıl öyle ucuz oynanabilir?

İAAF hemen olaya el koymuş durumda ve bu saatlerde Rus sporcu Stanislav Emilyanov’u suçsuz ilan edecek, üstünden tüm yasakları kaldıracaktır! Kaldıracak, ama görünen o ki, sporcu madur haklarını mahkemede arayacak, İAAF-ın prestiji bir darbe daha yiyecektir.

Köln Doping Merkezin sadece bu gafı olsa,  zamanla unutulur giderdi. Sadece bir kaç haftanın içinde laboratuvarın ikinci gafı olmuş, bu sefer yer yerinden oynayacak gibidir. Yine bir Rus yürüyüşçü Vera Sokolova’nın her iki numunesi farklı çıkmış, bu olayda 2. Numunesinin( screening) yanında bir de 1. Numunesini daha bir kez, konfirme etmek amacı ile yapılmış, ama yine farklı sonuçlar alınmıştır! İAAF-a net cevap veremedikleri için, tüm numuneleri Avusturya’nın Zibersdorfe  laboratuvarına göndermişler!? Meslektaşlarından yardım amacı ile...Göndermişler, ama bu arada 21 günlük  WADA kanunlu resmi bilgilendirme süresi geçmiş durumda. Böylece, İAAF bir değil, iki sporcudan özür dileyecek, tüm Dünya’da zaten sarsılan prestijleri yerlerde dolaşacaktır.

Köln gibi laboratuvarın bir kaç haftada prestiji sıfıra inmiş, büyük ihtimal arkreditesi alınacak, dinlendirilecektir. Belki de sadece EPO testleri yasakları gelecek. Son 10 yılda EPO testi yanılması ilk defa olmuş, üstelik en-beklenmedik yerden gelmiştir. Saransk madeninde görülen her sarı nesne altın olmayabilir...Kısacası, Kölsch birası bu sefer şişkinlik yaptı, fazladan işgüzarlık, hırs, ''keserim, ederim!'' tavırları benzer hezimetleri getirmektedir.

Antidoping kontrol sistemi bir an önce gözden geçirilmeli, özellikle şişkinlik yapmayan birayı fazla içilmemeli, tüm sporculara süçlu muamelesi yapılmaması gerekir.





                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

19 Eylül 2015 Cumartesi

MANDA MUHABETİ

              



İngiliz takımların Şampiyonlar Lig’inde hüsranları devam etmekte, adeta deyim yerinde ise, ‘’bol süt, ama kaymaksız’’ manzarası açık görünmektedir. İngilizlerin gerçekten astronomik maaşlar,  milyarlara varan TV hakları, modern,  futbola doyurulmuş seyirciler ile dolu statlar, kısacası bol ''sütleri''var. İnanılmaz  futbol ortamları, kaliteli hakemler, futbolcu sağlığını düşünen bir endüstri, sürpriz sonuçlar, tam bir show ortamı! 

Sadece, bu bol ‘’sütlü’’ortamda ‘’kaymak’’ olmayışı, yani Şampiyonlar Lig’i sonuçları git-gide göze batmaya başladılar. Avrupa arenasında onları yakalayan neredeyse her takım,  evire-çevire yenmektedir. Kısacası, kaymaksız sütün fazlası neye yarar?

Bize bakarsak, durumumuzu en-iyi özetleyen atasözümüz vardır: Kaymağı seven mandasını yanında taşır, diye...

Sadece, bizde manda kalmadı ki, birader! 


                                                                                                             Ertan Hatipoğlu

12 Eylül 2015 Cumartesi

CAHİLLERİN İHTİLALLERİ





İnsanlık tarihinde en-ağır zamanlar ihtilaller zamanlarıdır. Yoksulların zenginlere karşı...Bilinen manzara-iç savaş,  her gün binlerce ölü, açlık, çileler.

Hafta içi, fakat tersi oldu, zenginler ihtilal yapmaya kalkıştı!? Manchester United’li futbolcular, kendilerin başı ve Karun kadar zengin olan Wayne Rooney antrenörleri Van Gaal’a karşı kazan kaldırdılar. Rooney’in yıllık 18 mln. avro sadece toplara vursun diye, kulübünden kazandığını hatırlatmakta yarar vardır...

Futbolcular antrenörlerine antrenmanların nasıl olması gerektiğini, kendi yetenekleri nasıl ve ne yöntemlerle ortaya çıkacağını,  anlatmaya kalkışmışlar!?
Kalkışmışlar, ama kim dinlesin? İşlerine karışmak Van Gaal’in sevmediği, alerjisi olduğu bir olaydır, hele futbolcular yapmış ise! Seneler önce efsane Yohan Cruyff'a bile karışmasına izin vermemiş, gereken duruşunu sergilemişti...

Wayne Rooney ve arkadaşları sadece bir ayrıntıyı unutmuşlar gibi: onlar Van Gaal’dan daha zengin olabilirler, ama cahiller. 
Cahillerin ihtilalleri ise, yoksullarınkilerden çok daha çetin geçer!


                                                                                                         Ertan Hatipoğlu

En okunanlar