30 Kasım 2013 Cumartesi

TAKTİSYEN VE STRATEG


                                                 


   Yine bir derbi günü…Günler önceden ‘’Bilic 30 kağıt yırttı’’, ‘’BJK-ya sürprizlerim var!’’,’’Derbiye özel plan’’ gibi haberleri okur, havaya gireriz. Her iki taraftan ‘’şöyle yapacağız!’’’’böyle olacak!’’ deyip, hem karşı tarafı blöfe etmeye çalışırlar, hem de kendileri taktik jimnastiği yaparlar. Kısacası futbol bir modern savaştır ve her savaş gibi kendine özel taktiği ve stratejileri var.

   Dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov kendi kitabı ‘’Bir parti satranç gibi hayatım’’ taktik ve strateji gibi kavramları çok net anlatmış. Strateji nihai ve uzak temellere dayanan bir kavram, taktik ise, duruma göre, anlık almamız gereken kararlardır. İlk önce, hareketlerimizin stratejisini sonra da taktik hamlelerimizi belirlememiz gerekir. Eğer rakip takım hata yaparsa, kazanma taktiği hamlesi doğar.’’Eşit pozisyon’’dilini anlamayan takım, gelecek fırsatları öngöremez. Bu durumlara ‘’pozisyon oyunu’’derler ve takım olarak kendi pozisyonumuzu bozmadan, karşı takıma  ‘’öldürücü'' hamlemizi yapmamız gerekir.

   ‘’Neden?’’sorusu taktiysen hocayı bir strateg’e dönüştürüyor. Ne yaptığını bilen bir insan her zaman iş bulur, ama neden yapılıyor bilenler, her zaman onun üstü olurlar!’’Neden’’sorusu her zaman kendi bildiklerini gözden geçirmenin bir aracıdır. Her hamle bir takım sonuçlara yol açar, ama sizin stratejinize uymuyorsa, hedeften uzaklaşıyorsunuz demektir.’’Kazanmak istiyorum!’’demen hedef değil, arzudur ve ‘’nedensiz ve nasılsız’’ları bilmezsen, asla kazanamazsın.

   Futbol oyununun bir bariz hedefi yoksa, anlamsız olmakta. Çalım, şutlar, paslara sahip olmanın, gole yol açmazlarsa ne anlamları var? Pas üstüne pas atmanız ile sadece geçici vazifeler çözersiniz, strateji hedefiniz ayrı bir mevzudur. Sık sık strateji değiştirme , öyle bir şeyiniz yoktur demektir. Duygu ve stres ortamı stratejinizi asla etkilememesi gerekir. Her mağlubiyetten sonra strateji değiştirirseniz, sonraki hüsranlarınız garantidir demektir.

  Derby time!

                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

29 Kasım 2013 Cuma

DERELER TAŞINCA...


                                     



    Futbolumuzda teknik direktörlerimiz farklı insanlar.Yönettikleri takımları da farklı yönetmeye özen gösterirler. Şöyle bir baktığımızda, dört tip yönetim tarzı ayırt edebiliyoruz: Zorlayıcı, otoriter, bağlı ve demokratik. Özellikle Süper ligimizde bu dört tip antrenör tarzını görmekteyiz.

   Mesela, Trabzonspor teknik direktörü Mustafa Akçay tipik ‘’Bağlı’’tipi ile sporcularına yaklaşmakta.’’Önce insan’’tavrı gözden kaçmazken, yeni geldiği takıma birlik ve beraberlik açısından en-iyi tarzdır.

    Başka bir örnek Kasımpaşa koçu Şota Arveladze'dir. Ünlü memleketlisi Stalin’den çok farklı demokratik tavırlarla takımını yönetmeye çalışıyor. Aldığı kararların büyük bir bölümünü ekibi ile almaktadır.

   Akhisar Belediyespor genç antrenörü Hamza Hamzaoğlu ise, otoriter ve demokratik arasında gidip gelmektedir. Otoriter tarafı Milli takım teknik direktörü Fatih Terim’e fazlası ile, benziyor kanatındayız.

   FB-li Ersun Yanal’da bariz ‘’zorlayıcı’’tarz görmekteyiz, ama bazı durumlarda demokratik de ‘’takıldığı’’vardır…Bu tarzı takımında seviyesi yüksek, ama problemli futbolcuları olduğundan kaynaklanmaktadır. Sürekli uyguladığında, futbolcuların motivasyonu düşer.Ersun hoca bunun belli ki, farkında...

   Beşiktaş antrenörü Slaven Bilic ‘’bağlı’’ ve ''demokratik'' yöneten liderlere yakıştırıyoruz. Hem yeni geldi, hem de ekibi ile her şeyi paylaşıp karar vermekte.

   Bir takımı yönetmek hiç kuşkusuz ki, ustalık, tecrübe ve sabır ister.Sonuçta 25 farklı futbolcu karakteri ile her gün iş yapmaktasınız. İşte Christoph Daum ve Batalla örneği, Yanal ve Egemen olayı, Mancini ve Burak Yılmaz zıtlığı! Hocalar önüne gelen her problemde, adeta tiyatro sanatçısına, bazen da ‘’palyaço’’ya bürünmek zorunda kalıyorlar. Durumuna ve karakterine göre, bazıları ise hiç tarzını değiştirmiyorlar. Tüm bu örneklerde şimdilik teknik direktörler galip görünse de, yarın ne olacak bir Allah bilir…

   Öyle ya, dereler taşınca balıklar karıncaları, kuraklıkta ise, karıncalar balıkları yermiş.


                                                                                                                            Ertan Hatipoğlu


                                                                                    

28 Kasım 2013 Perşembe

UYUM PROBLEMLERİ


                                                


    Sporda, özellikle futbolda deplasmana gitmek sık-sık başına gelen bir gerçektir. Sporcularımız yaşadıkları coğrafyadan çok farklı yerlere, memleketlere gitmek, maç veya maçlar oynamak zorunda kalıyorlar. Elit takımlarımız bile, zaman zaman sanki turistik seyahat planıymış gibi gidiş-gelişlerini yaparlar, sonra da’’ne oldu bizim takıma, tanıyamadım?’’ diye, sorunu çözemezler.

    Oysa ki, her işte olduğu gibi kendine has bir takım kurallar, dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Gittikleri deplasman yerini 3 faktörden değerlendirmeleri gerekir: iklim, rakım ve saat farkı. Bizim örneklerimizde ilk önce, takımımız İstanbul'da ikametgah etmekte olacak, yani deniz seviyede ve deniz ikliminde hayatını sürdürecektir. Deplasmana, örneğin Kayseri’ye gidecek.Kayseri 1000m. rakımı ve kıta ikliminden dolayı, oraya iki seçenekli gidebilirsiniz: 1.)  5-6 gün önce giderseniz futbolcuların organizmaları adapte olur ve maçta problem yaşamazsınız. 2.)  24 saat kadar önce giderseniz, organizma daha ne olup bittiğini anlayıncaya kadar, maçınızı oynar, dönersiniz. İkinci seçenek daha pratik ve kullanışlı buluyoruz, zira haftaya belki bu sefer deniz seviyesinde maçınız olacaktır ve organizmayı gereksiz uyumlarla yorarsınız.

   İkinci örneğimiz; Takımımız Kayseri'de ikametgah etmekte ve İstanbul'a deplasmana gelecek. Reaklimatizasiyon olayında fazla problem yok, zira  4-5 güne kadar  süreç başlamıyor ve maçını oynayıp, geri dönebilirsiniz. Tabi burada 3. gün tavsiyemizdir! 5-6 günden sonra, 16. güne kadar performansta problem var, sonra artış başlar. Cinsiyete, sporcu seviyesine ve indikleri rakıma göre, en-çok 1-2 gün oynama olabilir.

   Bazen sporcularımız iklim ve saat farkı yerlere giderler. O uyum işte çok daha fazla bilim ister. ÜÇ yol vardır; 1.) son anda gidip maçını oynayıp döneceksin, 2.) saat farkı kadar gün önce gidip adapte olacaksın ve 3.) 2-3 gün önce gidip, hiç kendi saatini değiştirmeyip, sanki ‘’evdeymiş’’gibi davranıp, maçını oynayıp döneceksin. Burada problem, tek maç değil de,seri maçlara gidersen doğar. O zaman en-sağlıklı 2. şık diye düşünmekteyiz. Üçüncü şıkkı daha fazla ferdi sporlarda ve büyük organizasyonlarda uygun bulduk. O gibi organizasyonlarda 24 saat yemek,özel odalar ve ‘’non stop’’ açık antrenman yerleri var. Ama kocaman bir takımı bu gibi maceraya sürüklemek, pek de akıllıca değildir. Kontrolü zordur…

   Bazen karşımıza daha da karmaşık deplasman yerleri çıkabiliyor, örneğin Meksika city gibi ve onlara daha ciddi önlem alınması gerekir.

    Ama bunları başka bir yazımızda inceleyeceğiz…


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

FUTBOL'DA ROTASYON


                                                  


              Futbolun sportif form probleminden epey bahsettik,ama akşamki Real Madrid-GS maçı bize yine bu konuyu yine tazelemeyi başardı.Kısa hazırlık  ve uzun maç dönemlerden dolayı,aralarında ‘’Milli aralar’’ da olsa,Dünyada elit takımları yine de zaman-zaman kadro değişikliklere itiyor.Rotasyon dedikleri olay,kadro zenginliği ve onu doğru çalıştırabilecek bir teknik kadro varsa,her takımın bir silah haline,adeta ortamı ‘’havalandırma’’haline gelmiştir.

   İşte en-son örnek akşamki Real Madrid takımı!Ağustos ayından beri,El Clasico ve Şampiyonlar liginde,rakibine,döneme göre resmen iki ayrı takımı ile oynuyor.Böylece,hem fazla Milli maçlar da oynayan as oyuncularını dinlendirip ‘’şarj’’fırsatı yaratıyor,hem de yedeklere oynama fırsatı verip,onları forma sokup,faydalanmaya çalışıyor.Tüm bunlar yapılırken,savunma hattında,zorunlu olmayınca,hiç rotasyon yapılmadığını gözden kaçmıyor.O hatta iki stoper ve iki bek her maçın yükünü taşıdıklarını gözlüyoruz.Savunma hattında her oynama çok riskli,telafisi olmadığı için…Tabi,savunma oyuncuların efor ve uğraş olarak az da olsa,diğer takım mevkilerde oynayan futbolculardan daha az yıpranmaktalar.Bir kaleyi savunmak,almaktan daha kolaydır çünkü…

   Real Madrid takımında rotasyon genelde Benzema,Modric,Khedira ve Ronaldo olarak gerçekleşir.Bale uzun zaman sakat olduğundan bireysel antrenörlerle çalışıp,takıma monte edildi ve neticesinde klasını göstermeye başladı.As futbolcuların işin zorluğu,’’Milli aralar’’da maçlar oynadıklarından kaynaklanmakta.Fazla ‘’şarj’’fırsatı bulamadıkları için,geriye iki fırsat kalıyor: uzun bir hazırlık dönemi ve geç forma girme,yani ağustos ayında pek göze batmazlar…Bir de rotasyon haftalarda,akşamki maç gibi…

   Futbolda rotasyon işi çok meşakkatli,planlamasını yapan iyi teknik direktor ve bireysel departman gerektirir.Disiplinsizlik ve özellikle sezon içinde teknik director değişimi bu olayı tamamen anarşiye,bozguna sürükler.Tüm plan ve oyuncu kadrosu karışır…

   İnsanımız ‘’Irmaktan geçerken at değiştirilmez!’’ atasözünü boşuna kullanmıyor!

                                               
                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

27 Kasım 2013 Çarşamba

DELİ GÖMLEK


                                                           DELİ GÖMLEK


                  Almanya futbolundaki insanlar normal gibi gözükseler de,yine psikologların yolunu tuttular.Borrusia Dortmund takımı 3 üst üste malübiyetler nedeni ile,doktor-psikolog çağırdılar.Bayern takımı yense de,orası bir tımarhane gibi.Ezelli rakibini deplasmanda 3:0 yense bile,Guardiola’nın en-mühim vazifesi soyunma odasındaki ‘’casusu’’bulmak oldu!? Kulüp yöneticileri Pep’e psikolog saati ayarlayacaklarına,onlar da ‘’casus’’aramasında yardımcı oldular.

   Şampiyonlar ligi finalistleri psikologluk oldularsa,bizim Süper lige ne diyelim…Trabzon’da alkollü otomobil süren futbolcu,Bursa’da keyfine göre oynayan bir ‘’profesiyonel’’,Beşiktaş’ta bitmek bilmeyen bir başka ‘’profesiyonel’’ sorunu,GS’da antrenör değişikliği sancıları,FB’nın saha dışındaki problemleri,her hafta tartışılan hakem hataları ve s. ve s.
 
   Almanya’dan farklı bizim futbolumuzda, şimdilik psikolog çığlıkları yükselmiş değil. Herkes mutlu olmasa da,kendi mayası ile problemlerin üstünden gelmeye çalışıyor.Problem orada,zaten…

   Bir başka çok vahim problem ‘’bir kısım’’ medyamızda.Onların psikolojik problemleri göze batmayı bırakın,gözler çıkarmaya başladılar.İşte en-son bir Milli futbolcumuzun özel hayatına o kadar girdiler ki,insanın isyan etmemesi imkansız!Abuk sabuk fotoğraflarla,futbolcumuzun namusunu yerle bir ettiler.Allahtan psikolojisi yerinde,akla selim düşünen futbolcu mantıklı demeçler ile,’’işkenceye’’ son vermiş gibi gözüküyor…

   Anlaşılan bazılarına psikolog değil, deli gömlek  gerekecek!

                                                           
                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

                                                                                      

26 Kasım 2013 Salı

MAÇ GÜNÜ


                                                              


   İşte, yine bir maç günündesin. Akşama herşey takımın hazırlık ve deneyimine bakar.Önemli olan, kendi kuvvet ve rezervlerini hissetmek ve zafere inanmaktır.





   Hayat tecrübelere, psikoloji ve fizyolojiden insanoğlunun büyük miktarda saklı güçleri olduğunu bilmekteyiz. Saklı güçleri ortaya çıkartmak, sadece fazla istemekle ortaya çıkartamazsınız.Maç esnasında çıkan o benzersiz duygusal gerilim, beklediğinizden çok ötelerde bir performans getirebilir.Stada çıkarken çok fazla bir potansiyeliniz olduğunu unutmayın!

   Kendinize ve takımınıza güven her maçtan önce önemlidir. Motivasyon olarak kendinizin değil, takımınız, kulübünüz ve ülkenizin maneviyatı ön planda tutmanız gerekir.Güven duygusu maç günü sizi gereksiz gerginliklerden ve sinir enerji kayıplardan uzak tutacaktır.Maça kalan saatlere kadar sağduyu ve serinkanlı analizler sizi gereksiz duygu bombardımanlardan koruyacaktır.

   Kendinize güvenmenin bir sınırı var, hiç bir zaman karşı rakibi küçümsemek gibi, bir duruma izin vermeyin!Rakip takım tempoyu yine yükselttiği anlarda: ‘’Kendimi iyi hissediyorum, dayanırım!’’diye, içinizden veya yüksek sesle tekrar etmelisiniz.

   Maç haftasında kesinlikle hayat tarzınızı ve günlük yaptıklarınızı değiştirmeyin! Yediklerinizden, içtiklerinizden asla vazgeçmeyin.Fazladan ziyade, az yemeniz daha iyidir.Her zamanki istirahatinizden fazlasını yapmayın, maç öncesi masaja alışık değilseniz, aklınızdan bile geçirmeyin! Maçtan önceki gece her zamankinden erken yatmayın, zira 1-2 saat yarınki maçı düşünerek gereksiz psikolojik yükleneceksiniz.Maç günü fazla gerginliğe izin vermeyin, bu sadece önceden ‘’yanmanıza’’yol açacaktır.Gerilim ve duygu seli hissettiğinizde, maç sabahı hafif bir ter antrenmanı yapmanız, tavsiyemizdir.

   Maçlar üç güne dağıldığından, hiç bir zaman sizden önce oynanan rakip maçlarını izlemeyin! Bu sizi gereksiz gerebilir. Zaten, büyük futbolcular rakiplerinden çok kendi durumları ilgilendirir.Bırakın sizin yerinize teknik kadro izlesin!

   Hiç bir zaman stada geç veya çok erken gelmeyin.70 dakika en-uygun diye, düşünmekteyiz.Isınmanız ayni antrenmanlarda gibi olmalı, başka yıldız futbolcuların ısınmasını taklit etmeyin, yeni egzersizler yapmayın! Her zaman eşofmanlı ısının ve ancak Milli marşa çıkmadan önce çıkarın. Hiç bir futbolcu sıcak kaslardan zarar görmemiştir. Isınmada maksimal şut, depar atmayın, onları maça saklayın. Rakibinizi ısınmada değil, maçta korkutun!

   Asla rakibinizi zayıf düşünmeyin, tam aksi-acımasız mücadeleye hazır olun. Maçtan sonraki günlerde, özellikle kaybetmişseniz fazla antrenmanlara dalmayın, telafi yolu başkadır…

                                                                                                Ertan Hatipoğlu

25 Kasım 2013 Pazartesi

CANER ERKİN'İN FORM DURUMU


                                             


        Fenerbahçeli Caner Erkin bu sezon çok formda olduğu gözden kaçmadı.Sol kanatta FB olsun,milli takım olsun,neredeyse her maçta iyi hücumlar ve ortalar yaptı.Kısacası teknik kadroya ve taraftara güven verdi.Öyle ya,formda olan futbolcu uzaydan bile görünür,her yapmak istediği hareketi rahatlıkla başardığını  şahit olduk.

    Son Antalya deplasmanında,gözle görülür bir düşüş,geriye dönmekte zorlanma,santralarında bir isabetsizlik göründü.O canlılık ve tazelik yok olmuş,yerine bir ‘’miskinlik’’gelmişti.Antrenman bilimi olarak bir futbolcunun sportif formda kalma süresi en-fazla 8 hafta sürer.Daha sonra o formunu kaybetmesi kaçınılmazdır.Caner hatırlayacaksınız,daha eylül ayında formda olduğunu gösterdi ve 2 ay ileri atarsak,kasım ayın sonlarında orada kalması mümkün olmadığını fark etmekteyiz.Yani,Caner açısından Antalya'daki manzara normal olduğunu düşünmekteyiz.

   Peki,FB takımın hafta sonu çok önemli bir derbi maçı var.O maçta Caner Erkin’in durumu belki de maçın kaderini belirleyecektir.Ne gibi hareketleri yapması gerekir? Bir kere,pazar ve pazartesi  bol genel ve daha az özel kuvvet çalışmalarına başvurması gerekir.Kuvvet niteliklerinin düşmesine mümkün oldukça izin vermemesi,genel kuvvet ile toparlanmasını hızlandırmalı!Çarşamba ve perşembe tam istirahat veya örneğin çarşamba Belgrad ormanlarında,doğal ortamda yavaş bir 6 km. kros yapması gerekir. İki gün dinlenmekten sonra,cuma akşamı,maç saatinde kısa, yoğun ve kamçılayıcı bir antrenman ile ertesi akşam cumartesi derbisine girip,görevlerini en-iyi şeklinde yapabilir! Hiç bir çift kale antrenmanına gerek yok,yıpratıcı koşular durumunu daha da kötüleştirirler.Gıda ve elektrolit dengesine dikkat etmeli,gün içinde uyku ile kendini yenilemelidir.

   Kolay gelsin,Caner!

                                                                                                                 Ertan Hatipoğlu

24 Kasım 2013 Pazar

BİLİC'İN BOWLİNG TOPLARI


                                                 


         Beşiktaş takımın hocası Slaven Biliç malum çok yönlü bir şahıs, yaratıcı bir teknik adamıdır.Futbol teknik bilgilerini genel kültür ile harmanlayarak bizim dikkatimizi devamlı çekmeyi başarıyor.

   İşte, en-son, milli ara dedikleri o dönemde, antrenman ‘’vitesini’’yükseltince, futbolcularını biraz yorgun gördü ki, ani bir karar ile tüm takımı Ataşehir’e BOWLİNG oynamaya götürdü!?Kafaları dağılsın, biraz sahalardan uzaklaşsınlar diye…

   Futbol antrenörleri değişik kaynaklı yorgunlukları ayırt edebilmeleri ve hemen gereğini yapmaları gerekir.Slaven Biliç takımında o psikolojik yorgunluğun farkına vardı ve hemen futbolcularını antrenman türlerini, yerlerini, hatta bowling oynatarak, gereken hamlelerini yaptı.Psikolojik yorgunluk genelde, yakalanamamış takım ve ferdi hedeflerden, ilk yarının sonu olduğundan, takımın uzun bir zaman ‘’Nevzat Demir’’tesislerinde antrenman yaptığından kaynaklandığı farkında…Futbolcularında psikolojik yorgunluğun belirtileni göremeyen veya küçümseyen antrenör, ileride bu hatasının faizini fazlası ile öder.Antrenman isteksizliği, çalışma pasifliği gibi belirtiler Slaven’in gözünden kaçmamış ki, hemen harekete geçtildi.

   Fiziksel yorgunluk genelde güç kaybı ve kas ağrıları şikayeti ile tespit edilir.Bazen bu şikayetler geçicidir, ama yine de hocalar onlara göre hareket etmelerinde yarar var.Aksi taktirde ileride fiziksel kapasitesinde düşüş ve sakatlıklar getirecektir.Antrenmanları sadece takım halinden ayırt edilip, bireyselliğe dönüşülmesi, zaman-zaman da olsa, bu durumlarda faydalıdır.

   Biliç’in genel kültürü ve antrenman bilgisi, takımın durumu sadece yukarıda yazdığımız yorgunluk nedenlerden  kaynaklanmadığı düşündüğünü, işaret etmekte.O yorgunluklar sosyal-sağlık ve yaşam tarzı gibi nedenlerden de oluştukları olabilir.

   Futbolcularımıza çok basit, bir o kadar kolay test ile, yaptıkları antrenmanlar onlara şiddet olarak, iyi veya ‘’fazla’’ geldikleri net anlarlar.Sabah yatakta nabızlarını 1 dakikalık ölçüyorlar.Sonra kalkıp, tuvalet ve s., yani tam 3 dakika sonra yine, bu sefer ayakta ölçülüyor ve iki nabız arasında 20 ve fazla fark varsa, hemen hocalarına bildirip antrenman dozunu azaltmalılar!

   Bowling oyunu kökleri M.Ö. dayanıyor ve spor olmanın dışında,anlamlar da yüklendiğini biliyoruz.Örneğin, 3. ve 4. yüz yıllarda kilise tarafından bu sporu oynamak ‘’günahlardan arınmış’’ anlamına geliyormuş.Oyunda her düşürülen kuka, birer arınılmış günahı sembolize edermiş...

   Acaba Slaven, takımdaki bazı futbolculara bowlinge götürerek mesaj mı vermeye çalışıyor?Eğitimi ve bilgisi buna müsait, çünkü...

                                                                                                Ertan Hatipoğlu

22 Kasım 2013 Cuma

ERSUN YANAL'IN YELEKLERİ


                                                  

   Ersun Yanal’ı çok değil, 5-6 yıl önceden tanırım…Hazırlık kamp yerlerimiz çakışmış, sohbetler ve gözlemlerim olmuştur. Herkese malum, Ersun hoca bilime, kondisyon ve yeni antrenman metotlara çok meraklıdır. Daha o zamanlar laptopunu koltuk altından ayırmaz, Trabzon’dan Gerede’ye bir TIR dolusu ağırlık malzemesi getirtip, tesisin hiç kullanılmayan tenis kortu alanına yerleştirmekten çekinmezdi. Ekibinde daima en-az bir kondisyon uzmanı, bireysel antrenman hocası, daha o zamanlar vardı…

   Her antrenörün bir gelişmesi, mesleki hayatında ilerlemesi vardır. Ersun hocanın o zamanlar kullanmadığı, ama özellikle bu sezon baş vurduğu bazı antrenman metotlar, gözden kaçmıyor. Belki de, Fenerbahçe'ye gelmesi ile, projektörlerin ışıkları daha fazla üzerinde olduklarındandır…

   Ersun hoca bu sezon, özellikle hazırlıkta ve milli aralarda kullandığı ağırlık yelekler dikkatimizi fazlası ile, çekmekte. Aynen polislerin o bildiğimiz çelik yelekleri gibi, sporda ağırlık yeleklerin de, bir görevi var…Kontrast metot denilen çalışmanın en-bariz örneğidir ağırlık yelekler. Futbolcular 4-5 kg. yelekleri ile, değişik koşu veya sıçramalar yaptıktan hemen sonra, onları çıkarırlar ve benzeri hareketleri bu sefer ‘’boşta’’uygularlar. Böylece organizmaları farklı yönlerden etkilemiş olurlar ve gereken fiziksel nitelikleri tavan yapar.Yokuşa karşı da uygulansalar, antrenörlüğün en-yüksek ‘’pilotaj’’ tekniği sayılır! Milli aralar dönemlerde yokuş aşağı ile de harmanlaşırsa, bu artık, pastanın çileği olur.

   Geriye kalan, sadece çalışmanın dozunu ayarlamaktır. ''Hastayı'' kaldıracak, o miktar çok önemlidir! Ersun hoca bu konuda da, iyi sayılır...

Kamplardan birinde, otelin önündeki gölde balık tuttum ve arkamda Ersun hoca hemen: ‘’bu sazan 750 gr.!’’dedi. İddia'ya girdik ve hemen aşçıların kantarına yöneldik. Balık tam 750 gr. çıktı! 

‘’Pes!’’ dedim ve sonra iddiamızın gerekenlerini yerine getirmeye koşar adımlarla uzaklaştım...

                                                                                                                  Ertan Hatipoğlu

FARKLI OLMAK


                                                            


         Türkiye liglerinde birinci yarı bitti, bitecek…Futbol kulüplerimizin çoğu 2.yarı hazırlık planlarını yapmış, rezervasyonlarını bile teyit etmişlerdir.Takımlarımız Antalya, Belek ve diğer sıcak yörelerimize akın edecekleri herkese malum.

   Elit sporda özellikle antrenör olarak hedeflerine ulaşmak için, devamlı arayışta olman, farklı metotları denemekten kaçınırsan, işlerin tesadüflere kalır.Futbolcuların uzun sportif forma girmelerin yolu, iyi bir hazırlıktan geçer.Futbol takımlarına baktığımızda, genelde sadece birinci ( yaz) döneminde yüksek rakım kamplarına gittiklerini görmekteyiz.O kampları uyum ve antrenman bilimi kurallarına göre yaptıkları taktirde, performans faydalarını 75 güne kadar görürler. Kısacası, oksijeni sıkıştırılmış ortamda yüksek yüklemeli antrenmanlara alışan organizma, daha sonra deniz seviyesinde ‘’vites yükseltir’’. O kadar ki, teknik ekip ve yakından izleyen taraftar şaşırır, kalırlar!Sezonun birinci bölümünde gereken hedeflere ulaşılır…

     İkinci hazırlık(kış) dönemine gelindiğinde, takımlar genelde sıcak yöreleri  tercih ederler. Öyle gelmiş, böyle gidecek misali…Kimse sorgulamadan, merak etmeden bu klişeleşmiş hazırlık modelini bizim ve yabancı takımlarda görüyoruz. Oysa ki, akla yakın-2. hazırlıklarını da yüksek dağlarda yapabilirler! O ‘’silahı’’ ikinci dönemde kullanır, sezon sonu asıl hedeflerine rahatlıkla ulaşırlar.Bu günkü global dünyada otel fiyatları hemen-hemen ayni, uçak biletlerinde fazla fark olmadığını biliyoruz.Ha Antalya’ya uçmuşsun, ha Fas dağlarına…Kenya, Etyopya, Güney Afrika’daki iklim ve tesis olanakları Güney sahilimizden biraz kötü olabilirler, ama bu zorluklar zaten yüksek rakım kamp ‘’anayasasında yazılıdır’’, antrenman sürecine dahildir. Cesaret ve yaratıcılıkla bu güne kadar denenmemiş, yepyeni ‘’topraklara’’ ulaşma fırsatıdır…

   Jimnastikte ‘’Tsukahara’’ ve ‘’Deltchev’’ saltoları, Atletizm’de  interval, Futbolun ünlü dar alanda pas metotları olmasa, o sporlarda boşlukları düşünemiyoruz bile. Sportif alan her zaman yeni metot ve çalışma tarzlarına açıktır, yeter ki, bilgili veya iyi bir ‘’kılavuz’’ile, girmesini bilesin.

   Güney sahilindeki otel işletmeciler bize küsmesin, zira ‘’Kolombus'lar’’bu topraklarda azdır!

                                                                                                                    Ertan Hatipoğlu

NEYMAR'IN SOMBREROLARI


                                                  NEYMAR’IN SOMBRERO'LARI


                 Barcelonalı Neymar da Silva’yı izlemek gerçekten gözlere bir bayramdır. Ufacık boyu ile, o inanılmaz kıvraklığı, teknik kapasite ve cambazlığa varan bir top hakimiyeti var. Rakibin özellikle ceza sahasında yaptığı o ani çalımlar var ya…İnsanı ‘’katil’’ eder! Üstelik tüm bunları sanki şaka yaparcasına, büyük bir serin kanlıkla süslemekte. Bize tüm şiddeti ile , Garrincha efsanesini, adeta yeniden  yaşatıyor.

    Özellikle Barcelona'ya geldikten sonra, spot ışıklar daha fazla üzerinde. İşte son maçlarda yaptığı ‘’sombrero’’(meksika şapkası)hareketi.Tekli, hatta ikili sombrero'ları adeta rakiplerine ‘’takıyor’’, üstüne  top yere düşmeden volesini çakıyor! Tam bir göz şöleni…

   Evet, futbolcular atlet olmalı, ama asla atletizmci değiller! Her şeyden önce futbol bol temaslı, içeriğinde  ikili ve fazla mücadele içeren, iyi bir denge sistemi gerektiren bir spordur. Kol, omuz ve sırt kuvveti rakibini  kendi topundan uzak tutmak için, son derecede önemlidir. Böylece, rakibinin yoğun presinden kendine alan bulmuş oluyorsun. Bitmek bilmeyen yön değiştirmeler, kısa deparlar bacakların ‘’dinamitlerle’’dolu, eklemlerin  ise, çok yumuşak olması gerekir.

   Antropometrik özellikler sadece estetik ve çok nadir, hocaların özel taktiklerinde, bazı mevkilerde önemli. İşte bizim kahramanımız Neymar ‘’sadece’’ 166 santim boyu ve 56 kilo’suyla bu anlattıklarımızın en-bariz örneğidir! 2003 yılında ‘’Santos’’ alt yapısında yetiştiğini hatırlatmakta yarar var. O sistemin en-büyük özelliği ise, insana yatırım yapmaktır! Günün neticesine değil…

   ‘’Sombrero’’ ispanyolcanın ‘’sombra’’, yani ‘’gölge’’kelimesinden gelir. Alt yapıları sadece günün neticesine dayanan ülkeler , uzun yıllar sadece epizodik başarılara,ama daha fazla ‘’sombra’’da kalmalarına mahkum olurlar!


                                                                                                              Ertan Hatipoğlu

19 Kasım 2013 Salı

TECRÜBE


                                                                  

Birisine yapacağınız en-büyük iyilik; zenginlikleri onunla paylaşmak değil, ona kendisinde var olan zenginlikleri göstermek.
                                                                                                                          Benjamin Disraeli


    Sergen Yalçın kendisini  şaşırtan bir teklifle, soluğu Gaziantep’te aldı. Kaderin böyle bir meydan okumasına kayıtsız kalma, bildiğimiz kadarıyla, kitabında yazmazdır…Yorumculuk yapmasına rağmen, gözü hep yedek kulübenin etrafında, hocalar hatalarını ise, altlarını fazladan kalın çizerek yorumlardı.

   Tecrübe konuları medyamızda yazıp, çizilmeden, kendisi ‘’tecrübesizim!’’diyerek,hem polemiklerin önüne geçti, hem de, farkında olduğunu,bize gösterdi.Yani,Sergen göreve  hız alarak başladı, diyebiliriz.

   Futbolda antrenörün tecrübesi, her zaman tartışma konusu olmuştur.Kısacası, herkes durumuna, çıkarlarına göre,taraf tutmakta. İşte, bir kaç ay önce, Milan patronu Galliani,’’hocanın tecrübesi önemli değildir!’’demişti.Tabi, bu sözler düne kadar futbolcu olan ve Milan’a teknik direktör olmak isteyen Seedorf’u almak için söylenmişti…
   Ali Şen ağabeyimiz ise, ‘’Dünyada en-pahalı şey tecrübedir!’’ der…

   Dünyada baktığımızda, hocaların büyük çoğunluğu ‘’10 yıl geçmeden, antrenör olunmaz!’’derler. Ama, bazıların 4-5 yılında yüksek başarılara imza attıklarına şahit oluyoruz. Bize göre, bu  gerçek, hocanın kabiliyetine ve kullandığı ‘’malzeme''ye bağılıdır. Şans faktörünü de, unutmamamız gerek...

   Bakalım Antep’te antrenör Sergen Yalçın ne gibi, çözülmesi gereken vazifeler bekliyor, hangi faktörlere dikkat etmesi gerekir:

1.Şu ana kadar takımın performansı-malum…
2. Rakip takımların sergiledikleri performanslar
3. Süper lig elit takımların antrenman-eğitim süreç modelleri.

   Ve daha meşakkatli çözülmesi gerekenler:

1.     Takımın bireysel uyum kapasitesi,oradan da, kapasite sınırlarını belirlemek
2.     Genel uyum rezervi ve takımın kendi genetik potansiyelinden ne kadar uzak?
3.     Takımın anlık rezervi, yani mevcut potansiyelinin yukarıya çekme ihtimale karşın, uyum kapasitesi.

   Bu gibi, vazifelerin çözülmesi, yüklemelerin antrenman potansiyelini ortaya çıkarıyor ve organizmaların inşa edilmesi gereken uyum farklıklarını zorlama şansı veriyor.
Sergen Yalçın ve ekibi, aynen Mancini gibi, takımın anlık uyum rezervi ile, yüklemelerin antrene potansiyeli arasında o bağı çözmeleri gerekir!
Başarılar, Hocam!

                                                                                                                  Ertan Hatipoğlu


17 Kasım 2013 Pazar

REFORMİST


                                                               


             Hayatın tüm dallarında gibi, sporda reformist olmak, belli bir yapıt ve system içersinse uygun stratejiler ve reformlarla, daha ileriye götürmek, demektir. Reformizm tarafsız olup, hedeflerinde temel devrim yoktur, sadece belli olanaklarda iyileşme ve başarı arzulanır…

   Milli takımın yeni hocası Fatih Terim: ‘’Reformlar yapacağız!’’derken bakalım mevcut yapıtta, ne reformlar yapacaktır! Bir ülkenin futbolu gelişmesi için, 4 faktör vardır:

   Birinci ve en-önemlisi YETENEK SEÇİMİDİR. Bu faktör'de ülkemizde fazla problem olmadığını düşünmekteyiz. 80 milyonluk ülkemizin en-yetenekli çocukları futbolcu olmak isterler. Fatih hoca ve ekibi, burada sadece bir format atacaklar gibi, gözüküyor…

   İkinci faktör ANTRENMAN-EĞİTİM SİSTEMİDİR. İşte, burada reform üstüne reformlar gerekecek, diye düşünmekteyiz. Alt yapıdan başlayarak, elit futbolculara kadar daha kaliteli, modern bir antrenman-eğitim süreci gerekiyor. O süreçlerin optimalleşmesi, aylık, yıllık ve çok yıllık planlama sistemleri, kontroller ve model normları ile, Dünya’yı yakalamak gibi, hedefler kuşkusuz olacaktır. Eğitim olarak, sporcu, antrenör ve diğer ekip çalışanlarına, büyümelerini sağlayan kesintisiz çalışmalar olması gerekir.

   Üçüncü faktör ise, ülkemizdeki FUTBOLA KARŞI DUYULAN İLGİDİR. Burada da, Fatih hocamız ve ekibi, reformist olarak, yapacakları fazla bir şey yoktur. Futbol zaten, bu topraklarda bir numara spordur, formata bile gerek yoktur.

   Dördüncü faktör - materyal, finans, antrenman ve maç sahaları, kamp-eğitim merkezleri ve s. açısından yapılması gereken en-mühim şey, Avrupa'nın kulüler organizasyonlarında türk sponsorların devreye girmesidir.Böylece, takımlarımız kendilerine daha adil hakem muamelesi kazanmış olacaklardır. Ülke puanımız ve katıldığımız takım sayısı kuşkusuz artacaktır.

   Brezilya ve Arjantin antraktif futbolu ve atletik yetenekleri harmanlayarak, İtalya ünlü ‘’katenaço’’su, Hollanda ‘’total’’futbolu, Almanya disiplini ile başarı ve ün yapmış ülkelerdir. Bize ise, en-başarılı yıllarımızda, Dünya 3. olurken bile, ‘’Avrupanın brezilyası’’derlerdi…

   İşte, Fatih hocamız ve ekibinin üstüne gitmesi gerekeni-futbolda ayrı bir marka olmak,’’türk gibi oynuyorlar!’’ dedirtmek! Ama, bunu başarmak, sadece reformist olmak yeterli mi?

   Daha fazlası gerekecek, Hocam!

                                                                                                               Ertan Hatipoğlu



15 Kasım 2013 Cuma

MİLLİ ARA'LAR


                                                                 


     Futbolcuların sportif forma girmesi ve o formu mantıklı hareketlerle ilerletmesi veya koruması, hocaların görevidir. Sportif forma girmeleri, ağırlıklı Genel hazırlık dönemin vazifesi olduğu, bir sır değildir.O dönemde şu basamaklanmayı müşahede edebiliriz: yüklemeler tedricen artar, tam veya kısmen toparlanma fonun üzerine, zaman-zaman maksimal uyarılar devreye sokulur, daha sonra da futbolcunun mevkisine göre, modelleşmiş antrenmanlara geçilir. Bundan sonra ise, yüksek antrenmanlı durumundan, tüm oyun bileşimin ahenkliği ile, forma girilir…

     Sportif formu 6-8 haftadan fazla tutmak, zor olduğunun altını çizmek zorundayız. Futbolcular büyük fiziksel ve psikolojik yüklemelere maruz kalırlar, üstelik dinlenme zamanları, maç trafiğinden çok kısıtlıdır. Ayrıca, bu maçlar yüzünden ister, istemez antrenman hacimlerini kısıtlamak zorundalar. Eşik üstü yoğunluğa rağmen ne yazıktır ki, yüksek antrenman seviyelerini uzun zaman koruyamazlar!

   Milli maçlar nedeniyle verilen 2 haftalık aralar, tam da  yukarıda bahsettiğimiz problemi çözecek bir fırsattır. Lig'lerin birinci yarısını örnek alırsak, eylül, ekim ve kasım ayları olmak üzere, tam 3 adet 2-er hafta aralar tespit ettik. İşte bu aralar, futbolcuların formunu yüksek tutacak, takımın zaaf taraflarını kapatmak için, adeta hastayı diriltecek bir ilaçtır. Özellikle 1. haftalarda, yüksek antrenman hacim arka planın üzerine bir-iki ciddi dostluk maçı yapan takımın, bileğini zor bükerler, diye düşünmekteyiz. 2. haftanın ilk maçına kadar yüksek hacim'li antrenmanlar sürer, daha sonra hafta sonu maçı için, kısa ve yoğunlara başvurulur.Toplamda, 3-4 çeşit nüans'lı kondisyon antrenmanı ile, motorik nitelikleri, yeniden yükseltme fırsatı yakalanır. 1-2 maç ise, teknik taktik ve özel işlevde tüm boşluklar doldurulur.

   Beşiktaş'ın hocası Slaven Biliç bu antrenman modelin tipik bir örneğidir!

   Çin'lilerin bir sözü var: ''Rüzgar esince, aptallar duvar örer, akıllılar ise yel değirmenleri yapar!''

   Çocuklar, rüzgarın sesini duydunuz mu?

                                                                                                      Ertan Hatipoğlu

                                                                                         










                                                                                    

14 Kasım 2013 Perşembe

İAAF GALA


                                                                


                 Monaco prensliğinde son haftadan bu yana fazla yoğunluk göze batıyor.Majesteleri Prens Albert 2. sağ olsun,benzeri aktivitelerden hiç şikayetçi değil,aksine aktif rol zefkle üstlenmiştir.Geçen hafta,Dünyanın her köşesinden gelen ve ‘’Barış ve spor’’forumuna iştirak eden, 700  cıvarında misafir ağırladı! 7. düzenlenen forum opera binasında hafta boyunca,sporun Dünya barışına katkılarını tartıştılar…

   Cumartesi gecesi Monaco krallığı başka merak edilen,’’Oscar’’ ödülü galasını gölgede bırakabilecek bir aktiviteye hazırlanıyor- IAAF Athletics Gala!Bu törende yaklaşık 600 misafir ağırlanacak ve Sporting Club d’Ete en Salle des Etoiles 2013 yılın en-iyi bayan ve erkek atletlerin,yanı sıra ‘’yükselen yıldız’’ ve ‘’yaşam boyu başarı’’ ödülleri de verilecek.Bu zor seçimlerde umarız IAAF Konseyi hak eden sporcuları laik görür…

   Aslında her şey cuma akşamı 12 efsanevi sporcunun ‘’Şohretler salonuna’’ yeni ‘’giriş’’ töreni ile başlayacak.Aralarında halen yüksek atlama Dünya rekortmeni Stefka Kostadinova olacaktır…Onlarla tabi, IA Foundation başkanı olan, Prens Albert 2. ilgilenecektir.

   Evet,Dünya atletizm starları cumartesi gecesi lüks otel odalarında elbiselerini ütülemekle meşgul’iken,IAAF Konseyi, büyük zarflarda gizli ödül sahiplerin adlarını yazdırmış olacaktır.Bayanlarda ödül kime gidecek kestirmek zordur,ama bu yıl hiç kaybetmeyen,400m. engelli gibi zor ve fonksiyonel branşta başarılı olan, çek sporcu Zuzana Hejnova heykelciği Prag’a götürebilir!
   Erkeklerde her üç aday da hakkediyor,ama Moskova’da yıldırımdan da hızlı koşan Usain Bolt en-yakın diye, düşünmekteyiz.Ayrıca IAAF kendi yüzü ve ‘’heyecan makinesi’’ni üzecek,küçük ihtimal olduğunu hatırlatmak zorundayız…

      Gecenin ilerleyen saati mi?

   Oralar Usain Bolt’tan sorulur ; kesin DJ kokpitinden herkesi uçurur!Buna zaten çoğunluk dünden razıdır…

                                                                                    Ertan Hatipoğlu

13 Kasım 2013 Çarşamba

ÇUKUROVA ÇIKARMASI


                                                        ÇUKUROVA ÇIKARMASI


           Adana –Mersin 3 milyon’dan fazla,devamlı göç alan nüfusu ile,Çukurova’nın çekirdek alanında uzanan,Türkiyenin en-büyük iş ve kültür merkezidir.Son 1 yılda Suriye krizi yüzünden,ekonomi ve ticaret zarara uğrasa da,bölge strateji açısından her olumsuz gelişmeyi karşılayabilir duruma gelmiştir.

   İşte,böyle bir ortam ve şartlarda önümüzdeki günlerde,futbol milli takımımız 2 hazırlık da olsa,çok önemli maçlar yapacaktır.Maçların yerini kuşkusuz,ülkemizin ulusal takımın yeni patronu Fatih Terim belirlemiştir…

   Bakalım Fatih hocamız yer tercihi ile bir,pardon iki taşla kaç kuş şimdiden vurmuş sayılır.Birincisi,Çukurova bölgesinin Dünya tanıtımı açısından,iş, ticaret ve turizm şubelerine,çok iyi geleceğinden hiç kuşkumuz yoktur.Özellikle bölgenin turizm tanıtımına ihtiyaç olduğunu biliyoruz…
   İkincisi,bölgenin iklim şartları senenin özellikle bu bölümünde futbol müsabakasına fazladan uygundur.Hiç kuşkusuz güzel hava,beraberinde güzel futbol ve maçlarda çözülmesi gereken vazifelerine de yardımcı olacaktır.
   Üçüncüsü,bölgedeki halk ve futbol severler,böyle bir aktiviteye pozitif bakacaklar,diye düşünüyoruz.Yörede Süper lig takımı olmadığı için,böyle ayaklarına gelmiş bir fırsatı,kaçırmayacaklarını,kısacası özlem dolu olduklarını düşünüyoruz.
   Dördüncüsü mü?

Dördüncüsünü tahmin etmiş olmalısınız: ‘’Adana köprü başı
                                                                   Otur saraya karşı
                                                                   Gel beraber gezelim
                                                                   Dosta,düşmana karşı!’’
                                   

Fatih hocamız malum,ADANALI’DIR!

                                                                                                             Ertan Hatipoğlu




En okunanlar