12 Nisan 2015 Pazar

JAMAİCA SPRİNT SİSTEMİ



İlkbahar ile birlikte gözler ister istemez sporların anası, kraliçesi sayılan atletizme odaklanmaya başlar. Özellikle atletizm starları, onların hareketleri, yarış ve antrenmanları hatırlanır, kaleme alınır.

İşte, son zamanların en-başarılı sprinterleri, Jamaica’nın ‘’çitaları’’ sezon açmış durumdalar. Usain Bolt her yıl gibi sezonu mart ayı sonu, geleneksel 1-2 adet 400m. yarışı ile açtığını görmekteyiz. Benzer şekilde, Jamaica’nın iklim, gelenek ve uygulanan sprint sistemine göre, diğer atletler de tek uçlu hazırlanıp, tüm dikkatlerini uzun yaz müsabakalarına odaklanmış durumdadır.
Sprinterlerin sezonu 400m. ile açmasının arkasında, daha fazla genel dayanıklılık ve oradan da spesiyal (özel) dayanıklılık yatmaktadır. Daha fazla genel dayanıklılık, daha fazla antrenman hacmi ve daha çabuk toparlanma getirirken, oradan da inanılmaz seviyede özel dayanıklılık getirmektedir. Tüm bu nitelikler özellikle seri, yarı final, final yarışlarda, yani büyük forumlarda çok önem taşımaktadır. Ayrıca, bu tür uzun sprintler sporcularda serbest, gerginlikten uzak koşu terbiye etmekteler. Bu da sprint koşanların, elit sürat koşucuların en- büyük sırıdır. Televizyondan, yarışı önden yavaşlatılmış kamera şeklinde izleyenler, elit sprinterlerin  sanki çok rahat, gergin olmayan şeklinde koştuklarını görmekteyiz. Yüz ifadeleri sakin, yanakları ‘’Karadeniz dalgaları’’ gibi dalgalanır durur.Çabuk koşarken, rahat enerji tasaruflu koşabilmek, sadece en-elit sprinterlerin yapabilecekleridir. Bu branşta mükemmeliğe adım atmaktır... 

Aslında, Jamaica sistemin temelinde, eski Sovyet sprint sistemi yatmaktadır. Onun çok güzel bir  röprodüksiyonudur, denilebilir. Yaklaşık 40-45 yıl önce, ünlü rus sprint uzmanı ve bilim adamı Prof. Petrovsky, yeni gelen o zamanlar öğrencisi Valery Borzov’a 100m. yerine 200m. antrenmanları yaptırmış, büyük derecelere kısa  değil, uzun, ama doğru yoldan gitmeyi tercih etmişti…Bu sistemi o yıllarda anlatmış, uygulamasını da yıllarca efsaneleşmiş Borzov ile göstermekteydi. O yıllarda sistemin muhalifleri yok muydu? Vardı, ama çok çabuk işin güzelliğini anlayıp, Petrovski sprint sistemine dahil oldular. Tüm dünyada hocalar, gibi… Yıllar sonra, Carl Lewis’in, Leroy Burell ve Santa Monica Kulübün büyük antrenörü Tom Tellez şöyle diyecekti: ‘’ Benim grubum Petrovsky sisteminle çalışmaktadır!’’

Bakalım Usain Bolt ve diğer starların hocası Glen Mills benzer açıklama yapacak mı! Yaparsa,  onu daha yukarılara taşıyacak, efsaneleştirecektir. Hem Mills hem, Petrovsky bunları hak ediyorlar…



                                                                                                                                     Ertan Hatipoğlu

7 Nisan 2015 Salı

GERİ VİTES Mİ?

                       


4-5 ay kadar önce, dünya atletizmi derin şüpheye sevk eden, milyonlarca severi soğutma noktasına getiren, bir rüşvet olayından bahsetmiştik. The Telegraph gazetesinin ele aldığı istihbaratına göre, 150 atletin doping ile yakalandıktan sonra, bir yolunu bulup, rüşvet vererek kurtulduklarını iddia etmişti. Hatırlayacaksınız, harita bile yayımlamış, hangi ülkelerden kaç adet rüşvetçi atlet var, diye...Yazısında bu atletlerin büyük bölümü hala yarışıyor, yüzleri kızarmadan hala aralarımızda pişkin, pişkin dolaşıyormuş! Gazetenin elinde tam liste olmasına karşılık,  doğabilecek hukuki problemlerden dolayı, ismen atletleri deşifre etmiyor, işi İAAF Etik Komisyonuna ve WADA gibi kuruluşa bırakmış durumda.

Özellikle WADA bu işe el attığından sonra, bir çok kişide derin rahatlama belirtileri olmuş, sahtekar atletleri ve onlara yardım edenler cezalarını çekecekler, diye umutları artmıştı. Aksi takdirde, ‘’sporların anasını’’resmen ağlatacaklar, dünyada prestiji sıfıra inecekti...

Bendeniz de öyle düşünenlerin arasında, WADA affetmez, diye düşünmekteydim...

Zaman geçince, haritaya daha dikkatli bakıldığında,  sahtekar atletlerin arasında İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkelere mensup  tam 35 atlet görünmektedir! Sadece Kenya’dan 25 tahminen çok elit atletin yanı sıra, 3 İngiliz (biri Londra Olimpiyat şampiyonu!), 3-4-er Jamaica ve USA bulunmaktadır.

WADA kuruluş olarak, son derece  işini iyi yapan, dürüst olmasına rağmen, Yönetim Kurulunda barındırdığı toplam 16 kişiden, 8-i İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olması, bir çok kişinin kafasını karıştırmaya başlamış durumda…
Özellikle, konuyu yakından izleyenler şimdi: ‘’Acaba WADA kendi ayağına sıkabilecek mi?’’ veya ‘’İğneyi kendisine, çuvaldızı başkalarına batırabilecek mi?’’gibi soruları alçak sesle de olsa, konuşulmaktadır. Şimdilik…

Tabi, tahmin ve bahisler, olabilecek senaryolar da eksik olmuyor. Bir tanesine göre, WADA soruşturma sonucu, 150 atletlerin bir bölümünü açıklayacak, diğer ise,  ‘’delil yetmezliği’’ yüzünden pas geçilecekmiş!?

 Tüm olasılık ve senaryolara bakmazsızın, WADA-nın soruşturması ne kadar uzarsa, o kadar dedikodu, atletizm sporu o kadar yara, kısacası prestij kaybına, dibe çakılacaktır. Bundan dolayı, bir an önce rüşvetçi ve yardım edenler, finans kaynakları açıklanmalı, bu kara leke temizlenmelidir!

Haritada görülen 2 türk atletini, hala görünmezlikten gelinmekte, resmi açıklanmalar beklenmektedir. Oysa ki, bir çok ülkede iç soruşturmalar bitmiş durumda, özellikle yardımcılar ve finans kaynakları çoktan tespit edilmiştir. İşte, ‘’dopinge sıfır tolerans’’ böyle yapılmakta, sadece sözde kalınmamaktadır. Gerçek suçlular çok kolay tespit edilip, işleri bitmektedir. Suçu başka, komik yerlere atmadan...



                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

1 Nisan 2015 Çarşamba

L-THEANİN

  



Yeşil çay antioksidan nitelikleri ve polifenol deposu olarak bilinmektedir. Bir başka yönü, sakinlik ve kaliteli uyku getirmesi, sıkça atlanan veya küçümseyen tarafıdır. Aminoasit L-teanin  yıllarca yeşil çayın küçük sırı olarak bilinir. Strese karşı, sakin duruş, kaliteli uyku arayan herkes bu sırrı kullanmış, faydalarını bilmektedir.

L-teamin yapı olarak Glutamin’e yakın, onun etil türevi de denilebilir.Vücutta enzim sentezinde kullanamaması,  protein olmayan aminoasit kategorisine girer.
Doğal olarak, en-fazla yeşil ve siyah çayda bulunurken, genç yapraklarda daha fazla miktar vardır. Kurutulmuş olarak kullanılırsa, daha fazla L-teanin  tüketilmiş olunur.

Teanin emilimi ince bağırsaklarda olurken, metabolizması çok Glutamin’e benzer. Strüktür olarak L-teamin GABA ve Glutamat’a da çok yakındır. Oral alınımında teanin kan-beyin bariyerini çabuk geçer ve fizyolojik işlevini direkt beyinde yapar. Yüksek etkisi 5 saate kadar sürerken, tamamen 24 saat sonra beyinde etkisi biter. Temel işlevi beyin ve sinir sistemlerde gerçekleşir.

Moral düzeltmesi, stresi uzak tutmak, mental tutum ve konsantre için kullanılır.
Kaliteli uyku düzeni için kullanması, büyüme hormonu tetiklemesi, beraberinde kaliteli toparlanmayı da getirmektedir. Bunlardan dolayı, elit sporcuların sık başvurdukları bir yöntemdir.

Günlük 150-200mg. tavsiyemizdir. Daha yüksek miktarlar yan etki ve toksin getirmezken, yine de abartılmaması gerekir.

Mental hazırlık ve konsantre hedefleniyorsa,  az miktarda KAFEİN ile alınırsa daha iyi sonuç alınmaktadır.
Stres ile savaşta L-teanin en iyi  JİNSENG, RHODİOLA  ve  ASHVARANDA gibi adaptogenler ile kombine edilmesi gerekir.
Moral düzeltmesi için 5-HTP ile alınırsa, daha iyi sonuca varılır.
Kaliteli uyku için muhakkak MELATONİN ile kombine edilmesi gerekir.
GLUTAMİN  ile beraber alınması son derece sakıncalı, zira bağırsaklarda yolları ayni olduğundan, birbirinle rakip olurlar


Afiyet olsun!

                                                                                                           Ertan Hatipoğlu

30 Mart 2015 Pazartesi

YENİ SİSTEM

                              



Dünya spor tarihi 3. Evresine girmişken, futbol endüstrisinde de taşlar oturmaya, bununla beraber, özellikle dünyada önde giden zengin kulüplerin transfer simsarları yeni madenler keşfetmeye devam etmektedir. En son tespitleri bizim futbolumuzu kapsadığından, sessiz kalamazdık...
Avrupalı uyanık  simsarlar ülkemizin futbolunda ‘’beyaz karnı’’ yakalamış gözükmektedir. Bir futbolcunun, performans açısından dünya zirvesi 9-10 olarak kabul edersek, bizim futbolcularımızın zirveleri taş çatlasın 5-6 kalmaktadır. 80 milyonluk ülkemizin en-kabiliyetli çocuklarına rağmen... Biz çok sayıda yetenekli futbolcumuzu 5-6 seviyesinin bir tık ötesine yıllarca götüremiyoruz. Yıllarca derken, yaklaşık 10 yıldan beri, yani Dünya spor tarihinin 3. Evresi, ‘’WADA dönemi’’ denilen periyodun başladığı yıllara denk gelmektedir. Bu yeni dönemde, sistem, kural, kısacası hemen-hemen her şey değişirken, bizim futbolumuz sınıfta kalmış durumda. Eski silahlar kullanamaz, bir çok asker de neredeyse pasif beklemededir...

İşte bu durumu gören yabancı simsarlar, Süper Lig’imizin genç ve ucuz , herkesin hayretle karşılayacak şekilde, futbolcularımızı transfer etmeye başladılar. Geçen yıl Salih Uçan’a Roma takımı talip olurken, bir çok futbol sever şaşırmış, bazıları ise uzun zaman inanmamışlardı. Şimdi ise, ünlü Manchester United takımı, Fenerbahçe’nin genç file bekçisi Mert Günok’u renklerine katmak istemeleri, bizim futbol çevrelerinde ‘’inanmıyorum!’’, ‘’pes artık!’’ gibi ünlemlerle karşılanmıştır. Oysa ki, adamlar hesabını yapmış, 4-5 seviyedeki kaleciyi alıp, 1-2 yılda 9, hatta 10-a kadar tırmandıracaklar! Yolu ve metotları bildikleri, ellerinde kaliteli ‘’kumaş’' olduğu için...
Aslında bu süreç daha Arda Turan’dan başlamıştı. Diego Simeone gibi ‘’kartal gözlü’’sü, Arda’nın çok ‘’bakir’’ yönlerini görmüş, futbolcumuzu 1-2 yıl içerinde 5-6-dan almış, 8-9 seviyesine getirmiş durumda.
Bu konuda Avrupa ‘’start’’ vermiş, ilerleyen aylarda daha çok ''tuhaf'' transfer haberlere hazır olmalıyız.

Biraz geriye gidersek, Dünya spor tarihinin 2. Evresi(2.Dünya savaşı- 2000-li yılların başı) futbolumuz olarak, dünya sistemine evrenin sonlarına doğru adapte olduğumuzu görmekteyiz. Tam o yıllarda Galatasaray UEFA şampiyonu, Milli takımımız da Dünya 3. olmuşlardı. Dikkat edilirse, bir çok futbolcumuz o dönemde Avrupa’ya transfer olmuş, ama zaten 8-9 olan seviyelerini daha yukarı çekememiş, bir çoğu ise gerilemişti...Bunun sebebi, futbolcularımızın o sistemi bilmeleri ve zaten ferdi genetik potansiyeline ulaşmış olduklarıdır. Örnekler gerekiyorsa- Hakan Şükür, Emre Belözoğlu, Okan Buruk, Fatih Akyel, Ümit Davala, Hakan Ünsal, Tolunay Kafkas, Arif Erdem, Rüştü Recber, İlhan Mansız...
Burada Nihat Kahveci örneği tezimizle ters düşmektedir, ama 23 yaşında çok genç Real Sociadad’da transfer olması, onun orada kendini göstermekte, seviyesini 9-a çıkarmasına neden olmuştur.

Tam sistemi, her şeyi oturtmuşken, yavaş-yavaş her şey değişmiş, taşlar yeniden oynamaya başlamıştı.Ve çilemiz de...Sadece futbolda değil, tüm sporumuz karanlık içine girdi, tünelin ucu bir türlü gözükmüyor.Süper Lig’imize bakarsak, neredeyse sadece yabancı bağlantıları olanlar performanslarını rahat sergilemekteler.İşte Wesley Sneijder, işte Alman aksanlı Beşiktaş takımı!

Futbol Federasyonu  yeni Dünya spor sisteminin ayrıntılarını öğrenmek için, herhalde 2. Evrede olduğu gibi yaklaşık 50 yıl beklemeyecek, bir an önce bu konuda gereğini yapacaktır. Yoksa, çok sıkıntılar çekeriz...



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

28 Mart 2015 Cumartesi

YIRTIK ÇUVAL'DAN FIRLAR GİBİ...

                            



Bazı futbolcuları, özellikle yıldız olanları anlamaktan zorluk çekilir. Nedir bu Teknik Direktörlük ısrarları, anlaşılır gibi değil? Olağanüstü kariyerini noktaladıktan sonra, neredeyse hizmet ettikleri en-son kulübe ertesi gün, Teknik Direktör olmak istiyorlar!? Sanki haklarıymış, sanki hizmetlerini bedava yıllarca sürdürmüş, sanki bir kural varmış...

İşte, Roberto Carlos! Kariyeri biter –bitmez yolunu bulsa, Real Madrid’in Teknik Direktörü olacak. Oralarda fakat, bunun gibi boş hayallere izin olmadığı için, rotasını Türkiye ve Rusya gibi liglere çevirerek, vitesini küçültmek zorunda kalmıştı. Kimse de adama: ‘’Dur be adam, antrenörlük başka, sporculuk başka!’’demediğini tahmin etmek zor olmasa gerek ki, Roberto geçen yıl Ersun Hoca görevden ayrıldıktan sonra, bizzat  Başkanı aramış, göreve ekibi ile hazır olduğunu söylemiştir. Ne ekibi varsa, artık...

İşte, futbol kariyerini noktalayan Fererbahçe’nin efsanesi Alex De Souza! O da Roberto gibi, neredeyse daha futbol oynarken, devamlı taraftarlara mesajlar, Twitter’den tebrikler, medyadaki onu seven kalemlerden yazılar... İlle de Teknik Direktör olacak, sanki bu dünyadaki başka takım  yokmuşçasına, Fenerbahçe’nin başına geçecekmiş. Diploma, bilgi, birikim, deneyim, pedagojik formasyon gibi kavramlar, bu tür eski futbol yıldızları için sadece bir gereksiz ayrıntıdır. Onlar kendi egoları ile, muhakkak o göreve gelmeleri için var güçleri ile çalışmaktalar. Bu gibi futbolcuların ‘’gideyim, alt yapıda şöyle 3-4 yıl pişeyim, daha sonra 3-4 yıl yardımcı olayım...’’ aklından bile geçmez, geçerse de çabuk geçer.


Ama, olan takımlara ve taraftarlara oluyor. Olanlar, takımlarımızı bir ‘’deneme tahtası’’ gibi görenlere değil, onlara bu fırsatı verenlere de oluyor. ''Verenlere'' demişken, onlara da  müstahak, diye düşünmemek mümkün değildir. Zira onlar, Mustafa Hoca gibi gerçek bir Teknik Direktöre: ‘’Sen mi yaptın?’’ demiş insanlardır...

                                                                                                                      Ertan Hatipoğlu


25 Mart 2015 Çarşamba

WADA’NIN OTURDUĞU DAL

         


Yüzlerce sporcu eski dondurulmuş doping numunelerinin yeniden test edildikten sonra ‘’pozitif’’çıkması, özellikle atletizmde ‘’asrın skandalı’’ olarak değerlenmekte. ARD kanalına göre, Londra 2012 Olimpiyatları ağırlıklı yapılan doping testler ilk önce ‘’negatif’’, daha sonra ise, yeni teknoloji ile yapıldığında, acı gerçek gün gibi gözükmüştür. Özellikle, eski Doğu Almanya patentli ‘’turinabol’’ ve klasik sayılan ‘’stanozolol’’ maddeleri, yeni metot ile, oral alımından 6 ay sonra saptanabilir duruma gelinmiştir.

Anti-doping uzmanlarına göre, bu manzara şaşırtıcı olarak değerlendirilirken, özellikle atletizm çevrelerini derin moral çöküntüsüne, depresyona sevk etmiştir. Bu gibi skandallar yüzünden atletizm artık neticesi olmayan bir spor dalı olmuş, şampiyonlara sahtekar gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Öyle ya, bugün altın madalyanı alırsın, 5-6 yıl sonra, geri vermek zorunda kalıyorsun…
Yeni teknoloji yaklaşık 2 yıldan beri Köln, 1 yıldan da Moskova laboratuvarlarda vardır. Geçen yıl Türkiye’den alınan ve Köln ‘e gönderilen  yaklaşık 300 numuneden, yaklaşık 200-ü ‘’pozitif’’ çıkmış, sporumuza ağır darbe vurulmuştu! Bu darbenin sorumlularını türk spor camiası çok net bilmesine rağmen, ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’’ misali ‘’üç maymunları’’ oynamaya devam etmektedir…

Ama, biz konumuza gelelim! Moskova laboratuvarı akreditasyona sahip olmasına rağmen WADA tarafından, son skandallar üzerine, çok sayıda tehdit almaktadır. WADA geleneksel ‘’akreditasyonunu alırım!’’ kozunu çıkartması, Moskova’lıları 1. aralık 2015 tarihine kadar, ‘’kendilerine çeki-düzen’’ vermelerine zorlamaktadır.

WADA bunları yapacağına, tüm dünyadaki akredite laboratuvarların eşit teknoloji sağlamasına, bir an önce kavuşturması gerekir. Yoksa sporcuların ‘’namusu’’ Köln ve Moskova’da başka, Roma ve  New York’ta başka olabilir mi? Ayrıca, Atletizm, halter ve bisiklette herkes ‘’kaka’’, ama voleybol, futbol ve baskette ‘’cici’’dir  şu anki durum…Bazı sporları hocaları ‘’Frankenstein’’, bazılarında ise idol, imparator…İşte bu gibi ayrıntıyı kullanarak, iyi bir avukat her yakalanan sporcuyu aklayabilir, her davayı kazanır! WADA-nın asıl ''yumuşak karnı'' budur... 

WADA-nın Dünya’da bu tür eşitlik getirmesi tabi ki, maddi açıdan imkansız gözükmektedir. O zaman sistemi değiştirmeli, başka çareler bulması gerekir. Yoksa, bakmışın oturduğu dalı kesmiş olur!




                                                                                                    Ertan Hatipoğlu

23 Mart 2015 Pazartesi

SÜPER LİG ŞAMPİYON REBUS'U

SİHİRLİ EL



Süper Lig’imizde kocaman 25 hafta geride kalırken, Milli araya girer girmez bir durum değerlendirmesi yapalım dedik. Milli takımlarımızın futbolcuları kampa girerken, diğerler 1-2 gün ara ile kondisyon ağırlıklı antrenmanlarına başlayacaklardır. Biz de bu fırsatı kaçırmayarak Süper Lig’imizin duruma bakar, özellikle şampiyon olacak takımı tahmin etmeye çalışalım, dedik.

GALATASARAY takımı sezona 2. Italian hoca ile başlamış, taraftarlarını üzen futbol, takımda bölünmeler, otorite boşluğu ve özellikle deplasmanlarda puan kayıpları ile hafızalarımıza kazınmıştı. Şampiyonlar Lg’inde silik futbol, hatta kendine yakışmayan skorlar, hezimetlere uğramış, daha ilk etabında eğlenmişti. Hamza Hoca’nın gelmesiyle bir çok şey değişti, ama yine de bugünlere kadar oynanan futbol en-fanatik seyircisini bile sevindirememiş, zaman zaman deplasmanlarda yine puanlar saçılıyordu. Her şeye rağmen, bir sihirli el takımı ilk üçte tutmuş, Lig’in bitmesine 9 hafta kala lider duruma gelmişti!? Fikstür avantajını da göz önüne getirirsek, bu yılın şampiyon adaylarından en-büyüğü GS takımı olduğunu görmekteyiz. Bahis şirketlerine göre, GS şansı, antrenörler fiyaskolarına, başkan komedilerine, yerli futbolcuların özellikle triplerine, kısacası her şeye rağmen, en-yüksektir.

FENERBAHÇE takımı iyi giden bir teknik ekibi, sezon başında sayılır,  anlaşılmayan nedenler ile değiştirmiş, yerine  yardımcılığını yapan İsmail Hoca ile lige başlamıştı. Yaş ortalaması oldukça yüksek olan takım bir türlü elle tutulur, seyircisini havalara zıplatacak bir oyun oynamasa da, ilk devreyi lider bitirmeyi başarmıştı. Oturmuş kadro Avrupa sınavları olmadığından, maçlara daha uzun konsantre olmasına rağmen bir türlü forma giremiyor, geçen yıla nazaran, özellikle forvetleri hayal kırıklığı yaratıyordu. Yine bir sihirli el takımı hala şampiyon adayı, olmadı- Şampiyonlar Ligi ön elemeli  bölgede tutuyor, tutmaya da devam ediyor…

BEŞİKTAŞ takımı kendi evi olmadan, sınırlı kadrosu, ama iyi ve istikrarlı bir yönetim ve teknik ekip ile, ağustos sıcakların altında Avrupa kupaları maçlarına başlamış, sert rakiplerini teker teker yere sermişti. Lig’te her maçı deplasman olmasına rağmen, fazla puan kaybetmemiş, ama derbilerin hepsinde hayal kırıklığı yaşıyordu. Avrupa Liginde getirdiği ülke puanlarınla belki de ligimizin 2. Takımı Şampiyonlar Lig’i fırsatı vermesine rağmen, kendisi devre dışı kalma tehlikesi vardır. Oynanan futbola bakılırsa, takım çoktan puanlar farkı ile lider olması gerekirdi. Burada da sihirli bir el, sanki formasından tutuyor, özellikle derbileri kaybetmesine neden oluyordu.

Öbür tarafından baktığımızda, böyle genetik potansiyelli bir takıma eşik üstü antrenmanlar uygularsan, ilk önce teknik kadronda sakatlıkları önleyebilen bir uzmanın olması gerekirdi. Bu sezon Beşiktaş takımı sakatlıklardan dolayı zaman zaman kadro kurmayı zorlanırken, gerekli anlarda da gereken futbolcuları revirde geçiriyordu. Tıpkı akşamki derbide Opare ve Cenk’ler olayı gibi…

                                                                                                             Ertan Hatipoğlu

En okunanlar