14 Mart 2015 Cumartesi

FATİH TERİM’İN YÜKSEK RAKIM KAMP HAMLESİ


                                               


Milli takımlar teknik patronu Fatih Terim hafta başı Bolu dağlarında Kamp-Eğitim yeri için yer baktığını görünce: ‘’Oh, be-futbolda gerçekten yüksek irtifa kampların önemini iyice anlamışlar!’’kendime deyiverdim. Daha sonra, haberi iyice inceledikten sonra, Fatih Hocamız özellikle  Aladağ ve Seben göllerin etrafına baktığını öğrendim ve: ‘’Olamaz, biri beni çimdiklesin, Hocamız koskocam dağlarda tam bakılması gereken yerlere bakmış!’’, diye etrafımdakilerine neredeyse haykırmıştım…

Efendim, açıklayalım; Kamp-Eğitim yeri tespiti, özellikle yüksek irtifada, öyle kolay bir iş değildir. Yerin rakımını sor, arazi müsait ise- kondur, değildir! Kamp yeri her şeyden önce istenilen rakımda olacak, ama mikro iklimine, esen rüzgarlara, karların kalma süresine gibi detaylara dikkat edilmesi gerekir. Yoksa, Kartepe gibi dağın zirvesine (1600m.) tesisler kurarsan, çok rüzgar yer, fazla antrenman iptal eder, çok sayıda sporcun hasta olur… Fazla uzağı gitmemize gerek yok; Sadece rüzgar faktörünü hesap edemeyenler, Olimpiyat stadında hem seyirciye, hem sporculara neler yaşattılar ve yaşatmaya devam ediyorlar…Bunlar dağların yüksek yerlerinde  yapılırsa bir düşünün!

Fatih Hocamız  bu açılardan belli ki, dersini iyi çalışmış, gitmiş, tam da en-uygun yerleri incelemiş. On yıldan fazla Bolu-Aladağ Kamp-Eğitim Merkezinde her yıl ortalama 3 ay üst düzey atletlerimle kamp yapmış, o yörenin ‘’azı dişlerini’’ iyi tanırım. Ayak basmamış yer yok, yollar ve patikalarında bırakılmış işaretler ve taşların sayısını sayamayacağım kadar fazladır. Oralardan çok sayıda ülke, hatta Dünya ve Avrupa rekorları çıkmıştı… Bu başarıların arkasında çalışma yerin rakım ve iklim şartların etkisi de vardı.

Aladağ göl parkı 1350m. rakımı olan, orta yüksekte yer olarak geçer. Batısında 1800m.  yüksek tepeler, kuzeyi ve kuzeydoğusunda ünlü Kartalkaya 2000m. ‘’boyları’’ ile onu sert rüzgarlardan korur, en- fırtınalı günlerde bile, kuytu yeri olduğundan, antrenman yapılır, sporcu ve antrenörler vazifelerini tamamlar. Yaylanın tek açık olduğu yer Güney’dir, ama oradan sadece sıcak akınlar gelmektedir.

Seben göl parkı ise, Aladağ Kamp-Eğitim Merkez’inden tam 15 km. doğusunda, yayla olarak çok geniş, Bolu-Kıbrısçık ana yola daha yakındır. Tesis olarak, çok daha fazla yapılabilir, iklim ve rakımı aynidir. Yoldan az sayıda geçen araç bir eksiklik teşkil etmez.

Bolu şehir merkezinden Aladağ göl parkı 32,  Seben göl parkı ise, 40 km. uzaktadırlar. Yakın yerleşim yeri, köy olmadığından çalışacak eleman sıkıntısı olur, ama TFF için çözemeyecek problem sayılmaz. Seçilen yer ne olursa olsun kamp yeri son derece isabetli, meyvelerini türk futbolu toplayacaktır.


Tabi, gece yarısı çöp bidonlarını deviren sevimli, zararsız Bolu ayıları da…

                                                                                                                  Ertan Hatipoğlu


10 Mart 2015 Salı

ÖNDER ÖZEN HAKLI MI?

         


Önder Hoca’yı daha Fenerbahçe yıllarından tanır, takip ederim. Ayni zamanda akademisyen kültürü olması, bilime çok önem vermesi onu diğer hocalardan farklı kılan unsurlardan bir tanesidir. Özellikle TV yorumları son derece dikkat çekici ve doyurucudur. Ama asıl  projektörlerin ışıkları üstüne çeken, Beşiktaş gibi bir kulübün ‘’sportif direktör’’ olması oldu. Takıma katkılarını konuşmaya gerek yok, bugün bu başarıların mimarlarından biri o olduğu, herkesin bildiği bir gerçektir. Şimdi yorumcu olarak her zaman yardımcı olmaya, kendi ellerinle yarattığı takıma katkı yapmaya özen göstermeye devam etmektedir. Farklı açıdan bakışı, beraberinde yanlış giden şeyleri görmesine, söylemekte faydalı olduğunu görmekteyiz. Gazeteci pozisyonda Önder Hocanın eleştiri veya övgüsü en doğal hakkı, kendi katkısı olan takımın daha da ileriye gitmesi en-büyük arzusudur.

İşte, geçen akşam  NTV-SPOR'da, güzel bir ortamda endişelerini,  Beşiktaş takımda yapılan hataları dile getiren sebep budur. Eleştiri okları takımın teknik heyetine, 42 maç oynanmasına rağmen, hala lastik ve kondisyon yüklemelerine baş vurmaların yanlış olduğu, bunun yerine takıma daha az yüklemeli antrenmanlar yapılması gerektiğini, zaten maç üstüne maç oynandığı, tüm bunlardan dolayı takımda çok fazla sakatlanan futbolcu olduğunu, dile getirmişti. Türkiye’de bir çok ‘’Balkan harbinden kalmış’’ futbol hocası hala eski Sovyetler sistemin teorisyeni T.Bompa’da kaldıkları, bir tık öteye gitmediklerini öne sürüyordu. Bompa’nın periyotlama teorileri takım sporları için değil, ferdi sporları, atletizm ağırlıklı oldukları ve futbolda fazla bir şey ifade etmediklerini, söylemişti. Burada Önder Hoca takımın kondisyoneri Miljenko Rak’ı hedef almış, onun Sovyetler kültüründen kalan bir eski atletizm hocası olduğunu kapalı da olsa, eleştiriyordu.

Evimin ‘’Nevzat Demir’’ tesislerine çok yakın olmasından, ayrıca Bilic gibi değerli, genç hocanın antrenmanlarını merakımdan, hemen hemen tüm antrenmanlarını takip eder, kendi açımdan notlar tutarım. Her zaman da tesise girmeye gerek yok, yakın tepeden de manzara çok net gözükmektedir…Bir termos kahveye bakar…

Bir kere, takımın çok iyi antrenman yaptığı, takımın genel uyum rezervini potansiyel rezervine çok yakın tutmak zorunda, ‘’bıçak sırtında’’ oynaması normaldir. Sonuçta elinde Real Madrid kadrosu yoktur. Burada fakat, Önder hoca haklı; O zaman sakatlıkları önleyecek, kısıtlayacak uzman gerekir! Yoksa o antrenmanı bu takıma yaptıramazsın…

Miljenko Rak yaklaşık 15 yıl önce atletizm antrenörlüğünü zirvede bırakarak futbola, Dinamo Zagreb takımına kondisyoner olarak transfer olmuştu. Sakatlıkları önleyici, sinir hücre yenileyici gibi boşlukları olabilir, ama periyotlanma ve nitelik açısından son derece donanımlı bir uzmandır. Sivas deplasmanından 3 gün önce yaptırdığı ‘’lastik çekme’’ antrenmanı futbolcuların sprinter kuvvetini ilerletmek veya korumak amaçlıdır. Haftada bunu 1 kez yapması onun koruma amaçlı olduğunu göstermektedir. 2. kez yaptırmaya kalkışsa, o zaman ‘’bu niteliği ilerletmek istiyorum!’’ olarak algılanmalı. Lastikli koşu dirençli bir aktivite olup, koşunun ‘’itiş’’ anını çalıştırır ve adım uzunluğuna pozitif etkisi olurken, oradan da sürati olumlu etkiler. Ayrıca futbolcuların ‘’yere sağlam basmasına’’ da yardımcı olur( Blog’da LASTİKLİ DEPARLAR yazıya bak)

Futbolda ilerleyen maç haftalarda en çabuk seviyesini kaybedilen nitelik kuvvettir. Rak Hoca’nın  antrenmanı buna yönelik, daha 11 hafta olduğunu, şampiyonluk düğümü son haftalara kadar süreceğini, Avrupa Lig’inde final yolu açık olduğundan, bu tür antrenmanları en azından milli araya kadar sürecek gibi gözükmektedir. Daha sonra yerini, oran olarak genel kuvvet çalışmalar alacaktır…

Önder Özen bu takımın mimarı olarak, eleştirisi her zaman olacak, bilmeyenlere hatırlatalım; Bilic ve ekibine güvenip, Lokomotif Moskova maceralarından sonra, ''Kocaman Olga''nın (Olga Smorodskaya) kovduğu ekibi Kartal'a getiren kendisidir...


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

9 Mart 2015 Pazartesi

BÜYÜK RESTLEŞME 2

        

            BU SEFER RUSLAR WADA-ya POSTAYI KOYMAYA HAZIRLANIYORLAR



Ruslar İAAF-ye açık açık resti çektikten sonra, sıra WADA (Dünya Antidoping Ajansı) gelmişti. Bu sefer, dünyada sporcuların sağlığını düşünen teşkilat, gerçekten tabirin tam anlamı ile ‘’darının üzerinden'' yürüdüler.

Dün bitten Avrupa salon atletizm şampiyonasında, WADA-lı ‘’Lord''lar epey ‘’çalışmışlar’’… O kadar ki, 800m. kadınlar yarışın daha ilk serilerinden sonra, iki rus sporcuyu doping kontrol sebebi ile almışlar, ama bunu yapmadan, kafile doktorunu uzaklaştırarak, ayrı bir odaya götürmüşler!? Orada sorguya çekmişler…Her iki sporcu konuşmak istemediğini defalarca söyleyince,  doping odasına bırakmışlar… İki rus sporcusundan biri, Poistogova yarışın favorisi, isyan edip soluğunu derhal rus kafile başkanı ve yeni geçici Başkan Vadim Zelichenog’da almıştır. Zelichenog konuyu derhal Rusya spor bakanı Vitaly Mutko’ya rapor edince, olaylar olmuş, restler çekilmiş!

WADA yetkilileri tabi ki, işini yapacak, tabi ki, dopinge karşı savaşını yürütecekler, ama bu kadarı, pes dedirtiyor. Bir sporcuyu, seçmeden sonra kontrole alabilirsin, ama ‘’Rusya’da doping olayları hakkında ne düşünüyorsun ?’’ gibi soruları sorman, sporcunun konsantrasyonu ile oynamanız ne hakkınız var? Orası yarış arenası mı, yoksa soruşturma yeri mi?

Tüm bu üzücü olaylar Rusya Spor BakanıVitaly Mutko’yu belli ki, çok rahatsız etmiş, en-kısa zamanda bu konuyla ilgili WADA ile görüşme kararı alınmıştır. Kısacası, kılıçlar çekilmiş uzun sure de geri adımlar atılmayacak gibi gözükmektedir.

Bu arada, olan yine atletizm sporuna oluyor, sponsorlar geri bakmayarak kaçarken, milyonlarca atletizm sever artık  gönlündeki ‘’sporların kraliçesine’’ buruk gözlerle bakıyor…


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

7 Mart 2015 Cumartesi

BAHAR YORGUNLUĞU

           



İlkbahar mevsimlerin en-güzeli, her yıl oluğu gibi kapımızı yine çalmaktadır. Günler git gide uzarken, güneş etkisini artırıyor, bitkiler çiçek açarak, yeni hayata hazırlanıyorlar. Siz ise, bitkin, isteksiz, çabuk yorulan bir insana dönuşmüşsünüz…Üstelik yaz saat takvimine geçiş sizin uyum sürecinizi daha zorlaştırmaktadır.

Sporda, özellikle profesyonel futbolda bu süreç daha da mühim rol oynamakta, özellikle bu dönemde beklenmedik sonuçlar alınmaktadır. Sebebi ise çok basit- vücudun bozulan dengesidir!
Her şey kış aylarından kaynaklanan savunma sisteminin zayıflaması ile başlar. Güneş ışıkların eksikliği artı taze meyve, sebze tüketiminde azalma, durumu tetikleyen baş olaylardır. Üşütme, nezle ve grip hastalıklardan dolayı vücutta toksin oranı artarken, soğuk aylarda metabolizma yavaşladığından, yorgun ve bitkin hissedilir.
İştah kesilmesi, uykusuzluk, baş ağrısı yanı sıra, bitkinlik, yorgunluk, hatta espri anlayışınız kaybolmuş ise, şunları denemenizde yarar var:

-       Her gün 3-4 suda sıkılmış limon tüketirseniz, gereken miktar vit.C böbrek üstü bezde birikir ve pozitif katkıyı sağlar.
-       Hint ceviz çayı içerek, karaciğer işlevlerini artırarak, onu vücudunuzun baş savunmacısı rolüne getirmiş oluyorsunuz.
-       Zencefil mide sistemini düzenleyerek, bağırsakları çok daha ‘’çalışkan’’ hale getirmektedir. Yemekten önce, bir bardak kaynatılmış suyun içine bir çay kaşığı rendelenmiş zencefil atıp, içilir.
-       Özellikle lahana turşusunda bulunan bakteriler, bağırsakların normal çalışmasında görevlidir. Grip hastalığını uzak tutar.
-       Karides, yengeç ve midye gibi deniz ürünlerde bulunan protein maddesi taurin, büyüme hormonunu tetikler, böylece hem toparlanma hem de kas kütlesi açısından büyük katkı yaparlar.
-       Özellikle stress ve yorgunluk ortamlarda, natürel elma sirkesi banyosu mucizeler yaratmaktadır. Sıcak 33 derecelik küvete 350 gram sirke ilave edilir ve 20 dakika civarında kalınır.
-       Sauna vücudu gevşetirken, ter ile toksinleri atarak, metabolizmayı hızlandırmaktadır.
-       Son olarak, bira mayası vit.B deposu olarak sinirlere son derece iyi gelir, moral yükseltmektedir. Maçların kazanmasında ön koşul olarak bilinir…

Tüm yukarıda saydığımız hareketleri bahar yorgunluk belirtilerini hissetmeden yapmalı, ama o zaman ‘’bahar yorgunluğu da nedir?’’ diye hep merak edeceksiniz.
Seçim sizin…


                                                                                                            Ertan Hatipoğlu

5 Mart 2015 Perşembe

BÜYÜK RESTLEŞME




Viktor Chegin Rusya’nın gelmiş geçmiş en-karizmatik ve başarılı atletizm koçudur. Kariyeri boyunca yüzlerce atlet yetiştirdi, kendi şehri Saransk’ın popüleritesine katkısı tartışmasızdır. Orada yıllarca bir Kamp Eğitim Merkez’inin her şeyi, ama kitaba bakıldığında sadece bir antrenörüdür.
Chegin ve talebeleri için son yıllar özellikle, çok üzücü, doping cezalar ile dolu geçmektedir. Bunlara rağmen, burada çok önemli bir ayrıntıya hemen parmak basmak zorundayız; Hiç bir yakalanan sporcusu suçu hocasına atmayınca, İAAF ve Rusya Atletizm Federasyonu tarafından kurallar gereği, ceza kuruluna sevk edilemedi. Çalışmalarına her zaman gibi devam etti, başarılarla birlikte ne yazık ki, yakalan sporcuların sayısı artıyordu…

Alman ARD kanalı Rusya hakkında yayınladığı ve tüm dünyada izlenen, merak edilen film olunca, rus atletizmi derin yara alıyor, adeta yerle bir oluyordu. İstifalar havaya uçuşurken, Chegin hakkında da çatlak sesler yükselmeye başlamıştı. İAAF hemen soruşturma açarak, ünlü hocaya ömür boyu men cezası verdirmeye, kendi problemlerini bir antrenörden kurtulup, unutturmaya kalkışmıştı. Verdirmeye derken, Rusya Atletizm Federasyonuna ‘’gereyini yap!’’ demişti. Demişti, ama Rus yeni, geçici Federasyon Başkanı Vadim Zelichenok hocayı ‘’sadece’’ milli takımdan çıkarabildi ve ‘’ Biz Mordova özerk cumhuriyetin işlerine karışamayız, Chegin onların elemanı, onu müsabakalardan ve çalışmadan men etme yetkimiz yok!’’ deyiverdi.

Böylece, Viktor Chegin çalışmalarına devam etmekte, hatta geçen hafta Sochi’de yapılan Rusya yürüyüş şampiyonasında yine sporcularının başındaydı.

Ünlü hocaya asıl desteği veren bir başka, çok daha güçlü isimden, Spor Bakanı Vitaliy Mutko’dan geldi: ‘’ Chegin gibi hocalar her yerde, her zaman yetişmez. Tabi ki soruşturma yapacağız, ama onu Milli takımdan bile kimse aldığı yok!? Sadece geçici olarak, rotasyondan kaynaklanan bir durum oldu…’’


Şu anda rus basını bahislere girmiş durumda, kimi Pekin 2015 Dünya Şampiyonasına gidemez derken, kimileri gider de öteye geçer, diye bastırıyorlar.

Kısacası bir büyük restleşmenin hikayesi budur, ama burada bitecek, diye düşünenler, yanılma ihtimalleri fazladır. İAAF bu davayı bırakmayacak, karşı çıkanlara her zaman gibi ödetecektir…
Tabi, Viktor Chegin’i de küçümsemememiz gerekir, kendi büyüklerini böyle konuşturan kozları varsa, Monaco’lu atletizm patronlarına da karşı koyacak gücü bulunabilir…

Bu hikayenin bir başka tarafı var ki, yüzümüze bariz vurmaktadır. Eller kendi kahramanını ne yapıp, ne edip koruyor, biz ise, acımasızca ellerimizi yıkıyoruz!


                                                                                                Ertan Hatipoğlu

2 Mart 2015 Pazartesi

KAYBEDERKEN KAZANMAK




İngiliz takımların Avrupa liglerinde başarısız sonuçları acaba bir hezimet mi, yoksa beklenen sonuç mu? Ada’da ve tüm Dünya’da kafaları kurcalayan şimdi soru bu…Son hafta Premier lig takımları için tam bir  kabus olmuştu. Tottenham ve Liverpool için perşembe günü Avrupa ligin sonu olurken, Manchester City ve Arsenal’i sadece bir mucize kurtarabilir. Everton ve Chelsea takımları önlerini görebilirken, ingiliz taraftarları için manzara hiç iç açıcı değildir.

Realiteye dönersek, Dünyanın en-zengin Lig’i kendi kendine tehlike oluşturmaya başlamış gözükmektedir. Sadece bir ay önce tüm Dünya Premier Lig’in yeni yayın anlaşmalarını duyunca, derin şoke geçirmişti. ‘’Sky TV’’ ve BTS 2016-2019 yıllar arasında ingiliz takımlarına kocaman 7 milyar euro pompalayacaklardır! Böylece, 2016-17 sezonunda örneğin Premier liginde bir maç 10-14 mln. euro getirecek, sonunda en-zayıf takımlar bile 130-140 mln. Euro kazanacaklardır. Üstelik sadece yayın gelirlerinden…

Chelsea takımı 211-12 yılında Şampiyonlar Lig’ini kazandıktan sonra UEFA fonundan ‘’sadece’’ 60 mln. euro kasasına koymuştu. Geçen sezon Premier Lig’in 20. Cardiff City ‘’hoşça kal!’’ parası olarak tam tamına 75 mil. euro almıştı! Bu durumda, Ada takımları neden  Real M, Barca ve Bayern M ile çarpışsınlar? Kazansalar bile, onlara  60 mln. , ortalama maç başına sadece 4,5 mln. euro getirir. Bu yıl Real M 12. kez Şampiyonlar Lig’i Şampiyonu olsa bile, Premier Lig’in son takımından 2 misli daha az para kazanacaktır.

Arsenal takımın en-son Monaco hezimeti tamamen antrenör yetersizliğine bağlanırken ManS bitmek bilmeyen Avrupa mağlubiyetleri Pellegrini gibi hocanın tahtını sallamaktadır. Luis Van Gaal bile takım sistemini oturtamadığı için alay konusudur. Kısacası, bu finans bolluk bir çok antrenörü de götürecektir. Genç nesil, yani yeni ‘’çınarlar’’- Enrique, Jardim, Montella ve Bilic gibi isimler kapıları son derece zorlamaktalar.

İngiliz basını, geçen hafta hezimetini çabuk unuttu sayılır. Hemen domestik maçlara dönüldü, maçlara geniş yer verilmişti.Tabi, cepler dolu vaziyette, Monaco gibi mağlubiyetler çabuk unutulur. Her şey 3 gün misali…Nasıl olsa 1-2 yıl sonra, Dünya’da en-zenginle kulüpler klasmanı Premier Lig takımları  artı  Real M, Bayern M, Barcelona olacaktır. İngiliz kulüpleri için para tek motivasyon olup, her şey başka geri planda kalmaktadır. Avrupa Lig’inin yüzüne bile bakılmazken, Liverpool’un Beşiktaş’a kaybetmesi ne önemi vardır? Maddi açıdan - hiç! 

İngilizler aynen geçen yüzyılın ilk bölümünde gibi, kendi kendilerine yeterlilik sergilemeye başladılar bile…


Biz düşünelim!
            
                                                                                                                 Ertan Hatipoğlu   

1 Mart 2015 Pazar

KISA METRAJLI FİLMLER

       



Taş çatlasın- 60 dakika. Süper Lig’imizde oynanan net sure ortalama bu kadardır. Avrupa’nın  bir çok liginde kocaman 10-15 dakika fazla oynanılıyor. Bizde oyuncu değişiklerde, taç atışlarda, yere düşüp kalkmalarda, kalecilerin ellerinde dakikalar akıp gidiyor. Bir çok maçın son dakikalarında takım doktorların koştukları mesafe bir çok oynayan futbolcuya eşit gelmektedir. Kaleciler süre öldürmekte bilinen ''uzmanlardır'', ama yine onlar hakemler tarafından en-çok cezalanan olmaktalar. Buna mukabil, yere yatıp da kalkamayan, ama saniyeler sonra hakemle ‘’neden girmeme izin vermedin?’’ kavga eden bir çok futbolcu görmekteyiz.

Sonra, neden seyirci gelmiyor? Gelmez, zira izledikleri film bir kere kısa metrajlı oluyor. Ne kadar yeni statlar , konfor sunsan seyirci nizami filmler izlemek istiyor. Bol gerilimli,  aksiyonu eksik olmayan, kurşunların kafaların etrafından geçen filmler izlemek ister seyirci…Kısa metrajlı dram, sosyal mesajlarla dolu filmlere alerjisi var çunkü…

Bu manzaranın sebebi futbolcular ve onları hazırlayan teknik ekiplerle birlikte, hakemlerin de maalesef katkıları vardır. Hakemler sahanın mutlak hakimi, öğretmenidir. Oyunun temposunu yüksek tutmak, gereksiz fauller ile oyunu parçalamak, bunu yapmak isteyen futbolcuları oyunda tutmak, gibi hareketlerle filmin senaryosuna katkılarını vermekteler. Faul sayısına bir bakmamız yeterlidir; Bizden kaliteli liglerde çok daha az olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Maçın son 15 dakikasında faul sayısının neden arttığını , kimler buna izin verdiğini çok net anlamaktayız. Bir Bundesliga'ya bakın, faul sayısı iki elin parmakları kadar,  net oyun süresi 70 dakikayı geçmiş, taraftarlar mutlu statlar doludur.

Süper Lig’imizin marka değerini yükseltmek istiyorsak  net oyun süresini arttırmak zorunda, gelirim ve aksiyonu katmak mecburiyetindeyiz.

Bu bir kere NET!


                                                                                                                       Ertan Hatipoğlu

En okunanlar