30 Mart 2015 Pazartesi

YENİ SİSTEM

                              



Dünya spor tarihi 3. Evresine girmişken, futbol endüstrisinde de taşlar oturmaya, bununla beraber, özellikle dünyada önde giden zengin kulüplerin transfer simsarları yeni madenler keşfetmeye devam etmektedir. En son tespitleri bizim futbolumuzu kapsadığından, sessiz kalamazdık...
Avrupalı uyanık  simsarlar ülkemizin futbolunda ‘’beyaz karnı’’ yakalamış gözükmektedir. Bir futbolcunun, performans açısından dünya zirvesi 9-10 olarak kabul edersek, bizim futbolcularımızın zirveleri taş çatlasın 5-6 kalmaktadır. 80 milyonluk ülkemizin en-kabiliyetli çocuklarına rağmen... Biz çok sayıda yetenekli futbolcumuzu 5-6 seviyesinin bir tık ötesine yıllarca götüremiyoruz. Yıllarca derken, yaklaşık 10 yıldan beri, yani Dünya spor tarihinin 3. Evresi, ‘’WADA dönemi’’ denilen periyodun başladığı yıllara denk gelmektedir. Bu yeni dönemde, sistem, kural, kısacası hemen-hemen her şey değişirken, bizim futbolumuz sınıfta kalmış durumda. Eski silahlar kullanamaz, bir çok asker de neredeyse pasif beklemededir...

İşte bu durumu gören yabancı simsarlar, Süper Lig’imizin genç ve ucuz , herkesin hayretle karşılayacak şekilde, futbolcularımızı transfer etmeye başladılar. Geçen yıl Salih Uçan’a Roma takımı talip olurken, bir çok futbol sever şaşırmış, bazıları ise uzun zaman inanmamışlardı. Şimdi ise, ünlü Manchester United takımı, Fenerbahçe’nin genç file bekçisi Mert Günok’u renklerine katmak istemeleri, bizim futbol çevrelerinde ‘’inanmıyorum!’’, ‘’pes artık!’’ gibi ünlemlerle karşılanmıştır. Oysa ki, adamlar hesabını yapmış, 4-5 seviyedeki kaleciyi alıp, 1-2 yılda 9, hatta 10-a kadar tırmandıracaklar! Yolu ve metotları bildikleri, ellerinde kaliteli ‘’kumaş’' olduğu için...
Aslında bu süreç daha Arda Turan’dan başlamıştı. Diego Simeone gibi ‘’kartal gözlü’’sü, Arda’nın çok ‘’bakir’’ yönlerini görmüş, futbolcumuzu 1-2 yıl içerinde 5-6-dan almış, 8-9 seviyesine getirmiş durumda.
Bu konuda Avrupa ‘’start’’ vermiş, ilerleyen aylarda daha çok ''tuhaf'' transfer haberlere hazır olmalıyız.

Biraz geriye gidersek, Dünya spor tarihinin 2. Evresi(2.Dünya savaşı- 2000-li yılların başı) futbolumuz olarak, dünya sistemine evrenin sonlarına doğru adapte olduğumuzu görmekteyiz. Tam o yıllarda Galatasaray UEFA şampiyonu, Milli takımımız da Dünya 3. olmuşlardı. Dikkat edilirse, bir çok futbolcumuz o dönemde Avrupa’ya transfer olmuş, ama zaten 8-9 olan seviyelerini daha yukarı çekememiş, bir çoğu ise gerilemişti...Bunun sebebi, futbolcularımızın o sistemi bilmeleri ve zaten ferdi genetik potansiyeline ulaşmış olduklarıdır. Örnekler gerekiyorsa- Hakan Şükür, Emre Belözoğlu, Okan Buruk, Fatih Akyel, Ümit Davala, Hakan Ünsal, Tolunay Kafkas, Arif Erdem, Rüştü Recber, İlhan Mansız...
Burada Nihat Kahveci örneği tezimizle ters düşmektedir, ama 23 yaşında çok genç Real Sociadad’da transfer olması, onun orada kendini göstermekte, seviyesini 9-a çıkarmasına neden olmuştur.

Tam sistemi, her şeyi oturtmuşken, yavaş-yavaş her şey değişmiş, taşlar yeniden oynamaya başlamıştı.Ve çilemiz de...Sadece futbolda değil, tüm sporumuz karanlık içine girdi, tünelin ucu bir türlü gözükmüyor.Süper Lig’imize bakarsak, neredeyse sadece yabancı bağlantıları olanlar performanslarını rahat sergilemekteler.İşte Wesley Sneijder, işte Alman aksanlı Beşiktaş takımı!

Futbol Federasyonu  yeni Dünya spor sisteminin ayrıntılarını öğrenmek için, herhalde 2. Evrede olduğu gibi yaklaşık 50 yıl beklemeyecek, bir an önce bu konuda gereğini yapacaktır. Yoksa, çok sıkıntılar çekeriz...



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

28 Mart 2015 Cumartesi

YIRTIK ÇUVAL'DAN FIRLAR GİBİ...

                            



Bazı futbolcuları, özellikle yıldız olanları anlamaktan zorluk çekilir. Nedir bu Teknik Direktörlük ısrarları, anlaşılır gibi değil? Olağanüstü kariyerini noktaladıktan sonra, neredeyse hizmet ettikleri en-son kulübe ertesi gün, Teknik Direktör olmak istiyorlar!? Sanki haklarıymış, sanki hizmetlerini bedava yıllarca sürdürmüş, sanki bir kural varmış...

İşte, Roberto Carlos! Kariyeri biter –bitmez yolunu bulsa, Real Madrid’in Teknik Direktörü olacak. Oralarda fakat, bunun gibi boş hayallere izin olmadığı için, rotasını Türkiye ve Rusya gibi liglere çevirerek, vitesini küçültmek zorunda kalmıştı. Kimse de adama: ‘’Dur be adam, antrenörlük başka, sporculuk başka!’’demediğini tahmin etmek zor olmasa gerek ki, Roberto geçen yıl Ersun Hoca görevden ayrıldıktan sonra, bizzat  Başkanı aramış, göreve ekibi ile hazır olduğunu söylemiştir. Ne ekibi varsa, artık...

İşte, futbol kariyerini noktalayan Fererbahçe’nin efsanesi Alex De Souza! O da Roberto gibi, neredeyse daha futbol oynarken, devamlı taraftarlara mesajlar, Twitter’den tebrikler, medyadaki onu seven kalemlerden yazılar... İlle de Teknik Direktör olacak, sanki bu dünyadaki başka takım  yokmuşçasına, Fenerbahçe’nin başına geçecekmiş. Diploma, bilgi, birikim, deneyim, pedagojik formasyon gibi kavramlar, bu tür eski futbol yıldızları için sadece bir gereksiz ayrıntıdır. Onlar kendi egoları ile, muhakkak o göreve gelmeleri için var güçleri ile çalışmaktalar. Bu gibi futbolcuların ‘’gideyim, alt yapıda şöyle 3-4 yıl pişeyim, daha sonra 3-4 yıl yardımcı olayım...’’ aklından bile geçmez, geçerse de çabuk geçer.


Ama, olan takımlara ve taraftarlara oluyor. Olanlar, takımlarımızı bir ‘’deneme tahtası’’ gibi görenlere değil, onlara bu fırsatı verenlere de oluyor. ''Verenlere'' demişken, onlara da  müstahak, diye düşünmemek mümkün değildir. Zira onlar, Mustafa Hoca gibi gerçek bir Teknik Direktöre: ‘’Sen mi yaptın?’’ demiş insanlardır...

                                                                                                                      Ertan Hatipoğlu


25 Mart 2015 Çarşamba

WADA’NIN OTURDUĞU DAL

         


Yüzlerce sporcu eski dondurulmuş doping numunelerinin yeniden test edildikten sonra ‘’pozitif’’çıkması, özellikle atletizmde ‘’asrın skandalı’’ olarak değerlenmekte. ARD kanalına göre, Londra 2012 Olimpiyatları ağırlıklı yapılan doping testler ilk önce ‘’negatif’’, daha sonra ise, yeni teknoloji ile yapıldığında, acı gerçek gün gibi gözükmüştür. Özellikle, eski Doğu Almanya patentli ‘’turinabol’’ ve klasik sayılan ‘’stanozolol’’ maddeleri, yeni metot ile, oral alımından 6 ay sonra saptanabilir duruma gelinmiştir.

Anti-doping uzmanlarına göre, bu manzara şaşırtıcı olarak değerlendirilirken, özellikle atletizm çevrelerini derin moral çöküntüsüne, depresyona sevk etmiştir. Bu gibi skandallar yüzünden atletizm artık neticesi olmayan bir spor dalı olmuş, şampiyonlara sahtekar gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Öyle ya, bugün altın madalyanı alırsın, 5-6 yıl sonra, geri vermek zorunda kalıyorsun…
Yeni teknoloji yaklaşık 2 yıldan beri Köln, 1 yıldan da Moskova laboratuvarlarda vardır. Geçen yıl Türkiye’den alınan ve Köln ‘e gönderilen  yaklaşık 300 numuneden, yaklaşık 200-ü ‘’pozitif’’ çıkmış, sporumuza ağır darbe vurulmuştu! Bu darbenin sorumlularını türk spor camiası çok net bilmesine rağmen, ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’’ misali ‘’üç maymunları’’ oynamaya devam etmektedir…

Ama, biz konumuza gelelim! Moskova laboratuvarı akreditasyona sahip olmasına rağmen WADA tarafından, son skandallar üzerine, çok sayıda tehdit almaktadır. WADA geleneksel ‘’akreditasyonunu alırım!’’ kozunu çıkartması, Moskova’lıları 1. aralık 2015 tarihine kadar, ‘’kendilerine çeki-düzen’’ vermelerine zorlamaktadır.

WADA bunları yapacağına, tüm dünyadaki akredite laboratuvarların eşit teknoloji sağlamasına, bir an önce kavuşturması gerekir. Yoksa sporcuların ‘’namusu’’ Köln ve Moskova’da başka, Roma ve  New York’ta başka olabilir mi? Ayrıca, Atletizm, halter ve bisiklette herkes ‘’kaka’’, ama voleybol, futbol ve baskette ‘’cici’’dir  şu anki durum…Bazı sporları hocaları ‘’Frankenstein’’, bazılarında ise idol, imparator…İşte bu gibi ayrıntıyı kullanarak, iyi bir avukat her yakalanan sporcuyu aklayabilir, her davayı kazanır! WADA-nın asıl ''yumuşak karnı'' budur... 

WADA-nın Dünya’da bu tür eşitlik getirmesi tabi ki, maddi açıdan imkansız gözükmektedir. O zaman sistemi değiştirmeli, başka çareler bulması gerekir. Yoksa, bakmışın oturduğu dalı kesmiş olur!




                                                                                                    Ertan Hatipoğlu

23 Mart 2015 Pazartesi

SÜPER LİG ŞAMPİYON REBUS'U

SİHİRLİ EL



Süper Lig’imizde kocaman 25 hafta geride kalırken, Milli araya girer girmez bir durum değerlendirmesi yapalım dedik. Milli takımlarımızın futbolcuları kampa girerken, diğerler 1-2 gün ara ile kondisyon ağırlıklı antrenmanlarına başlayacaklardır. Biz de bu fırsatı kaçırmayarak Süper Lig’imizin duruma bakar, özellikle şampiyon olacak takımı tahmin etmeye çalışalım, dedik.

GALATASARAY takımı sezona 2. Italian hoca ile başlamış, taraftarlarını üzen futbol, takımda bölünmeler, otorite boşluğu ve özellikle deplasmanlarda puan kayıpları ile hafızalarımıza kazınmıştı. Şampiyonlar Lg’inde silik futbol, hatta kendine yakışmayan skorlar, hezimetlere uğramış, daha ilk etabında eğlenmişti. Hamza Hoca’nın gelmesiyle bir çok şey değişti, ama yine de bugünlere kadar oynanan futbol en-fanatik seyircisini bile sevindirememiş, zaman zaman deplasmanlarda yine puanlar saçılıyordu. Her şeye rağmen, bir sihirli el takımı ilk üçte tutmuş, Lig’in bitmesine 9 hafta kala lider duruma gelmişti!? Fikstür avantajını da göz önüne getirirsek, bu yılın şampiyon adaylarından en-büyüğü GS takımı olduğunu görmekteyiz. Bahis şirketlerine göre, GS şansı, antrenörler fiyaskolarına, başkan komedilerine, yerli futbolcuların özellikle triplerine, kısacası her şeye rağmen, en-yüksektir.

FENERBAHÇE takımı iyi giden bir teknik ekibi, sezon başında sayılır,  anlaşılmayan nedenler ile değiştirmiş, yerine  yardımcılığını yapan İsmail Hoca ile lige başlamıştı. Yaş ortalaması oldukça yüksek olan takım bir türlü elle tutulur, seyircisini havalara zıplatacak bir oyun oynamasa da, ilk devreyi lider bitirmeyi başarmıştı. Oturmuş kadro Avrupa sınavları olmadığından, maçlara daha uzun konsantre olmasına rağmen bir türlü forma giremiyor, geçen yıla nazaran, özellikle forvetleri hayal kırıklığı yaratıyordu. Yine bir sihirli el takımı hala şampiyon adayı, olmadı- Şampiyonlar Ligi ön elemeli  bölgede tutuyor, tutmaya da devam ediyor…

BEŞİKTAŞ takımı kendi evi olmadan, sınırlı kadrosu, ama iyi ve istikrarlı bir yönetim ve teknik ekip ile, ağustos sıcakların altında Avrupa kupaları maçlarına başlamış, sert rakiplerini teker teker yere sermişti. Lig’te her maçı deplasman olmasına rağmen, fazla puan kaybetmemiş, ama derbilerin hepsinde hayal kırıklığı yaşıyordu. Avrupa Liginde getirdiği ülke puanlarınla belki de ligimizin 2. Takımı Şampiyonlar Lig’i fırsatı vermesine rağmen, kendisi devre dışı kalma tehlikesi vardır. Oynanan futbola bakılırsa, takım çoktan puanlar farkı ile lider olması gerekirdi. Burada da sihirli bir el, sanki formasından tutuyor, özellikle derbileri kaybetmesine neden oluyordu.

Öbür tarafından baktığımızda, böyle genetik potansiyelli bir takıma eşik üstü antrenmanlar uygularsan, ilk önce teknik kadronda sakatlıkları önleyebilen bir uzmanın olması gerekirdi. Bu sezon Beşiktaş takımı sakatlıklardan dolayı zaman zaman kadro kurmayı zorlanırken, gerekli anlarda da gereken futbolcuları revirde geçiriyordu. Tıpkı akşamki derbide Opare ve Cenk’ler olayı gibi…

                                                                                                             Ertan Hatipoğlu

19 Mart 2015 Perşembe

KATAR 2022 SURVİVOR'U




Bugün-yarın Zürih’te FİFA kurmayları Katar-2022 yapılacak Dünya futbol şampiyonası tüm detayları masaya yatıracak, çözüm bulmaya çalışacaklardır.  

Birinci konu, şampiyonanın ne zaman yapılması, kışın mı, mayıs ayında mı yapılmasıdır. Aslında bu konu çoktan netlik kazandı, ama yine de, Katar’da mayıs ayı ısıları, örneğin Brezilya veya Güney Afrika’dan çok daha sıcak olmadığını, dolayısıyla mayıs ayı her bakımdan daha uygun olacak, diye savunanların sayısı az değildir. Görülen o ki, şampiyona kasım-aralık aylarında organize edilecektir. 

İkinci konu, final maçın 18 mı, yoksa 23 aralık tarihlerinde  mi yapılsın. Premier Lig tercihi 18 aralık derken, UEFA kurmayları 23-ü tercih etmekteler. İngilizlerin tercihleri ‘’Boxing Day’’ gelenekleri bozulmasın, zira o maçlar kulüplere ciddi finansal getirileri vardır. Üstelik o tarih Katar’ın milli bayramlarına denk gelmektedir.Eğer final maçı 18 aralıkta oynanırsa, 26 aralıkta Ada’nın ilk maçları başlamış olacaktır. Bakalım FİFA Dünya şampiyonalarına en-çok futbolcu gönderen ligin tercihlerini yerine getirecek mi? UEFA-nın tercihine gelince, tamamen Şampiyonlar ve Avrupa ligleri sıkışmalarından korkmaktalar. Haziran ayı sonlarında maçların başlaması çok güzel perspektif değildir, kuşkusuz…

Üçüncü konu ise, medya istekleridir. Bilindiği gibi, reklam ve yayın gelirleri her şeyin üstünde tutulur, son sözü daima medya söylemektedir. Yerel medyaların istedikleri  lig maçları zarar görmesin dekoderler satılsındır… Katar’da yapılacak bu Dünya kupası onlara kesin bu güvenceyi vermezken, seslerini de daha yüksek duyurmaya, şölenin başka yere gitmesinden yanadırlar. David Cameron bile kasım aralık şampiyonasına karşı çıkmıştır. FİFA-nın tüm baskı ve ‘’mavi boncuklarına’’rağmen Amerikan medya patronları bir kış şampiyonası ülkelerindeki NBA, NHL ve amerikan futbol ligi ile çakıştığını ve zararın çok büyük olacağını açıkça beyan etmekteler. Bu sefer FİFA  onlara 2026 yayın hakları söz vererek, çıtayı uzaya kaldırıyordu…

Konuların arasında, tabi yapılması gerekenler ve sakıncalar vardır. Futbolcular sıkılaştırılmış, yani  perşembe-pazar sisteminde lig maçlarını oynamak zorunda kalacak, beraberinde çok sayıda sakatlıklar ve yorgunluk getirecektir. İşte, o zaman Fatih Hocamızın teklifi, yani  takımların 23 futbolcudan daha fazla sayı olması gerektiğini karara bağlanmak zorunluluğu gelecektir. Eğer Türk milli takımımız gitmeye hak kazanırsa, umarız TFF ve Bakanlık gereken periyotlama uzmanlarını devreye sokarak, tüm Süper ligimizi şampiyonaya göre dizayn edeceklerdir.
Görülen o ki, futbolun tüm etkenlerini tahmin etmek bazen bir nevi ‘’Survivor’’şartları getirmekte, bununla beraber biz, ülke olarak daha şimdiden antrenman, sosyal, psikolojik bilimlerin kurmaylarını devreye sokmak zorundayız. 

                                                                                                                       Ertan Hatipoğlu

15 Mart 2015 Pazar

WADA AFFETMEZ




Tam 3 ay önce ünlü The Telegraph gazetesi tüm dünyada yakalanıp, rüşvet vererek kurtulan atletlerin listesini ele geçirip, haberi yayınlamıştı. Gazete harita üzerinde ülke olarak yaklaşık 150 atleti işaret etmiş, IAAF gereğini yapması için göreve çağırmıştı. Aksi takdirde listeyi açıklayacağını bayan etmişti. Daha sonra, gazetenin kaynağı yıllarca İAAF Doping Komisyonunda çalışıp da işine son verilen bir görevli olduğu fısıldanmaktaydı…

Aralık 2014 ortalarında İAAF kendi Etik Komisyonunu görevlendirmiş, soruşturma açmıştı. Skandalın boyutu büyük, bir çok yakalanan, ama rüşvet veren atlet hala yarışıyor, hiç bir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Gözler Doping  ile Mücadele Komisyonu Başkanı, yılların memuru Gabriel Dolle’yi arıyordu ki, adam emekli olup gitmişti. İşin başka skandal yanı ise, Başkan Lamin Diack’ın oğlu Papa Massata Diack marketing şefi olarak adı rüşvetlerle karışmasıydı. Küçük Diack ayni abisi Gabriel gibi istifasını basıp, gitmişti. Geriye kalan, çoğu yarışan 150 rüşvetçi atlet kalmış, halen görevde duran(!?) Başkan varken, özellikle atletizm dünyasının açıklanmayacak, diye şuphesi vardı...

İşte bu durumda, Dünyanın Antidoping Ajansı WADA düğmeye basmış, işi atletlere bırakmama kararı almıştı. Ne de olsa kendi görev alanı, Kainat'ın en-prestijli sporların anası, Olimpiyatların göz bebeği- atletizmde, böyle olaylar olması onların ‘’tansiyonunu fırlatmıştı’’. Üstelik bu olay tüm Olimpiyat ruhuna gölge düşürür, gereği yapılmaz ise, ölümcül yara alacaktı. Kısacası olay açıklanıp, temizlenmesi gerekirdi!

İşin bir de yerel boyutu vardır. Bir çok ülke federasyonları harita yayınlandıktan sonra, kendi iç soruşturmasını açmış, rüşvetçi atletler , para kaynaklarını ve rüşveti verenleri neredeyse tespit etmiş durumdadır. Bir çok ülkede onlar bilinir, tahmin edilmesi zor değildir…

Bizim ülkemizde, haritaya göre, 2 atlet gözükmekte olmasına, herkesin kimler olabilecek tahmin edileceğine rağmen, hala Türkiye Atletizm Federasyonu ve Bakanlık bu konuda adım atmış değildir. Her zaman olduğu gibi, ‘’somut’’ sonuç beklenmekte, kafalar yine kuma gömülmüş durumdadır.

Yine de harekete geçme zamanı geçmemiş, 2 rüşvetçi atletin tespitinden ziyade, para kaynaklarını ve fiilen rüşveti kim veya kimler tarafından verildiğini tespiti ‘’dopinge sıfır tolerans’’ ile övünenlerin özellikle borcudur!



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

14 Mart 2015 Cumartesi

FATİH TERİM’İN YÜKSEK RAKIM KAMP HAMLESİ


                                               


Milli takımlar teknik patronu Fatih Terim hafta başı Bolu dağlarında Kamp-Eğitim yeri için yer baktığını görünce: ‘’Oh, be-futbolda gerçekten yüksek irtifa kampların önemini iyice anlamışlar!’’kendime deyiverdim. Daha sonra, haberi iyice inceledikten sonra, Fatih Hocamız özellikle  Aladağ ve Seben göllerin etrafına baktığını öğrendim ve: ‘’Olamaz, biri beni çimdiklesin, Hocamız koskocam dağlarda tam bakılması gereken yerlere bakmış!’’, diye etrafımdakilerine neredeyse haykırmıştım…

Efendim, açıklayalım; Kamp-Eğitim yeri tespiti, özellikle yüksek irtifada, öyle kolay bir iş değildir. Yerin rakımını sor, arazi müsait ise- kondur, değildir! Kamp yeri her şeyden önce istenilen rakımda olacak, ama mikro iklimine, esen rüzgarlara, karların kalma süresine gibi detaylara dikkat edilmesi gerekir. Yoksa, Kartepe gibi dağın zirvesine (1600m.) tesisler kurarsan, çok rüzgar yer, fazla antrenman iptal eder, çok sayıda sporcun hasta olur… Fazla uzağı gitmemize gerek yok; Sadece rüzgar faktörünü hesap edemeyenler, Olimpiyat stadında hem seyirciye, hem sporculara neler yaşattılar ve yaşatmaya devam ediyorlar…Bunlar dağların yüksek yerlerinde  yapılırsa bir düşünün!

Fatih Hocamız  bu açılardan belli ki, dersini iyi çalışmış, gitmiş, tam da en-uygun yerleri incelemiş. On yıldan fazla Bolu-Aladağ Kamp-Eğitim Merkezinde her yıl ortalama 3 ay üst düzey atletlerimle kamp yapmış, o yörenin ‘’azı dişlerini’’ iyi tanırım. Ayak basmamış yer yok, yollar ve patikalarında bırakılmış işaretler ve taşların sayısını sayamayacağım kadar fazladır. Oralardan çok sayıda ülke, hatta Dünya ve Avrupa rekorları çıkmıştı… Bu başarıların arkasında çalışma yerin rakım ve iklim şartların etkisi de vardı.

Aladağ göl parkı 1350m. rakımı olan, orta yüksekte yer olarak geçer. Batısında 1800m.  yüksek tepeler, kuzeyi ve kuzeydoğusunda ünlü Kartalkaya 2000m. ‘’boyları’’ ile onu sert rüzgarlardan korur, en- fırtınalı günlerde bile, kuytu yeri olduğundan, antrenman yapılır, sporcu ve antrenörler vazifelerini tamamlar. Yaylanın tek açık olduğu yer Güney’dir, ama oradan sadece sıcak akınlar gelmektedir.

Seben göl parkı ise, Aladağ Kamp-Eğitim Merkez’inden tam 15 km. doğusunda, yayla olarak çok geniş, Bolu-Kıbrısçık ana yola daha yakındır. Tesis olarak, çok daha fazla yapılabilir, iklim ve rakımı aynidir. Yoldan az sayıda geçen araç bir eksiklik teşkil etmez.

Bolu şehir merkezinden Aladağ göl parkı 32,  Seben göl parkı ise, 40 km. uzaktadırlar. Yakın yerleşim yeri, köy olmadığından çalışacak eleman sıkıntısı olur, ama TFF için çözemeyecek problem sayılmaz. Seçilen yer ne olursa olsun kamp yeri son derece isabetli, meyvelerini türk futbolu toplayacaktır.


Tabi, gece yarısı çöp bidonlarını deviren sevimli, zararsız Bolu ayıları da…

                                                                                                                  Ertan Hatipoğlu


En okunanlar