11 Nisan 2016 Pazartesi

TAMAMINA ERDİREMEMEK







Voleybol, özellikle kadın tarafı ülkemizin en-popüler spor branşı. Hiç kuşkusuz-en-başarılısı…Yine de üzüntü vermesi sevincinden fazla sayılır. İşte, en-son Denizbank CEV Şampiyonlar ligi Final Four aşamasında yine o çok beklenen kupayı kaldıramadık!

Baştan başlayalım…80 milyon ülkemizin en-yetenekli kızları voleybol oynarken, yetenek seçimi açısından en-konforlu sporumuz sayılır. Altı kişiden oluşan takımlarımızda zaten fazlası yabancı, üstelik kulüplerimizin sayesinde dünyanın en-iyileridir. Antrenörler, maşallah hepsi yabancı ülkelerin en- seçkinleridir. Salon ve olanaklarımız, Lig’imiz zaten ayrı bir Dünya rekoru! Medya ilgisi desen-o da oldukça iyi seviyede.
Peki, nedir bizi sık sık, özellikle önemli anlarda, tamamına erdiremeyen sebep? Sadece ikisi söylenebilir, daha doğrusu ikisi bizim uzmanlık alanımıza takılmaktadır.

Birincisi, bizim takımların form zirvesi iyi ayarlanamıyor. Kendi Ligimizde gereksiz öyle forma girdiklerini görmekteyiz ki… Türkiye şampiyonu olmak, Şampiyonlar Lig’in şampiyonluktan daha mı önemli? İyi Lig’in olmasının bazı dezavantajları da var, demektir. Fazla kan kaybediliyor… Final maçından sonra Vakıfbank antrenörü Guidetti’nin sözleri : ‘’5-6 kez oynasak sonuç farklı olurdu, ama bugün Pomi kazandı!’’çok şeyler aslında anlatıyor. Hayır Hocam, öyle bir hazırlayacaksın ki, bugün biz galip gelelim!
Guidetti’nin diğer sözleri:’’Piccinini son 5-6 yılda hiç görmediğim kadar iyi oynadı!’’ yine her şeyi doğrular niteliktedir. Hocam, sen de örneğin Naz Akyol kızımızı öyle hazırlayıp oynatacaktın!

İkincisi, biz küçük ayrıntılara, örneğin saat, iklim ve yükseklik adaptasyonlara önem vermediğimiz gibi, arkamıza alıp lehimize bir türlü çevirmeye öğrenemedik. Bu tür uzmanlara danışmadık, öyle ‘’savaşlara’’gittik ve üzüldük…

Neticede, büyük yıldızları Gamova ve pasör Startseva’sız çıkmaya zorunda kalan bir Dinamo’yu yendik, ama ev sahibi Pomi’ye boyun eğdik, hemde 3:0 gibi kesin bir hüsran ile!
Hiç yakışık olmadı…




                                                                                                Ertan Hatipoğlu

4 Nisan 2016 Pazartesi

EVDEKİ HESAP...






Hollanda Futbol Federasyon Başkanı Michael Van Praag kendi ve Belçika  adına yaptıkları 10mln.$ cıvarında  adaylık masraflarını FİFA-dan geri  talep ettiklerini açıkladı. 2018 yılında yapılacak Dünya Şampiyonası ve Rusya’nın kazandığı organizasyondan  söz konusu…Özellikle eski başkan Sepp Blatter’in cuma günkü sözlerinden sonra, yani Hollanda ve Belçika’nın hiç şansı zaten olmadığını söylemesi, Van Praag’ı daha da kanatlanmıştır.

FİFA kurulların korumpe olmaları, Rusya seçiminden Katar olayını düşünürsek, Hollandalı futbol şefin hiç de haksız olmadığı düşünülmektedir. Belçika ile birlikte boşuna adaylık yarışına girilmiş, oldukça fazla masraf yapılmıştır.Masrafları şimdi geri istemekte, FİFA-dan talep edilmektedir.

Bu gelişme bize, Türkiye olarak, ister istemez 2020 Olimpiyat adaylık maceramızı hatırlattı. 2013  Arjantin’de yapılan oylamada İstanbul Tokyo’ya finalde kaybetmiş, sebepleri, tabi okkalı tokatlar yedikten sonra, saçma sapan yerlere yüklenmişti. Neticede, bir çok spora hizmet eden, ülkeye katkıları olan antrenör zarar görmüş, görmeye de devam etmektedir…Teselli ikramiyeleri olarak o tokatların taa vatanımızdan duyulması kalmıştır! Ve, yiyenin de yok olması...

Oysa ki, daha sonra, özellikle İAAF eski başkan ve çetesi bir çok rüşvet olayına karışmış, 97 IOC oy veren üyeden 20-den fazla atletizm kökenli olduğunu hatıralarda canlanmıştır… İşte o 20 cıvarında oy veren seçimin kaderini değiştirmiş, akıllara acaba kimlerden emir aldıkları soruları gelmiyor değildir. Kısacası, Dünya atletizm mafyasına yenik düşmüştük!

Neticede, biz bu seçimi kaybetmiş, yaptıklarımız yukarıdan bahsedilen masraftan çok fazla masraf etmiştik. Şimdi İAAF-ın eski Başkan ve güdümündeki IOC oy kullanan üyelerin nasıl hareket ettikleri açık…


Biz de Hollanda ve Belçika gibi, hakkımızı aramak, bu tür sahtekarlıkları ortadan kaldırmasında  rol oynamaya hazır mıyız?


                                                                                                             Ertan Hatipoğlu

16 Mart 2016 Çarşamba

YOLUNU KAYBEDEN KRALİÇE…

           





Dünya atletizm salon şampiyonası cuma sabahı 4.00 Türkiye saati ile, Portland’ta başlayacaktır. Milyonlarca atletizm sever belki de tarihte en-çelişkili, kafalarda soru işaretleri ile dolu, ama en önemlisi eksik bir müsabaka izleyecekler. Eksik derken, sebepler birden fazladır…

Birincisi, Dünya salon şampiyonası Rus sporculardan yoksun yapılacaktır. Bu sefer ‘’soğuk savaşında’’ gibi boykot değil, İAAF  çoktan göstermesi gereken kararlılık ve prensiplerini, şimdi aklına gelmesinden dolayı uyguladığı men cezasıdır.
Kısacası, yıllarca yapılan doping ile savaş öyle duruma geldi ki, gelenek ve başarı ile dolu Rusya'nın tüm atletleri ayni kefene konuldu. İnsan var-problem var, insan yok-problem  yok prensibi tıkır, tıkır uygulandı! Yani, Rus atletleri var-doping var, Rus atletlerden kurtulduk-doping bittiğine getirildi.Yeni Monaco'lu memurların ''yumurtladıkları'' bundan ibaret...Keşke başarı olsalar, ama görülen o ki, ''Kraliçe'' daha zarar görecektir..



İkincisi, Rio Olimpiyatlara az bir sure kalmasından, özellikle fonksiyonel branşlarda, tek uçlu hazırlık yapmalarından dolayı, bir çok yıldız yarışa gelmeyecektir. Talihsiz sakatlıklar her zaman olmakta, ama bu sefer Ashton Eaton ve Jessica Ennis gibi yıldızların başına  gelenler herkesi üzdü. Özellikle Eaton bu kış çok formda, inanılması zor işlere hazırdı. Aslında, Portland’da bunu yapacak başka amerikalı atletler de yok, yok…Oralarda herkesin aklında şu prensip vardır: ‘’Sıradan şeyler coşku yaratmaz!’’ Bundan dolayı, showlar garantidir!

Bunlardan başka, muhteşem, led ışıkları ile bir salon, ilk defa sırık atlamada kadın ve erkeklerin paralel yarışması, uzun, üç adım ve gülle atmada 5. haktan sonra, sadece ilk 4 atletin 6. kullanma gibi, yeni uygulamalar coşkuyu artıracak hamlelerdir.

‘’Kraliçe’’ yolunu kaybetmiş, uzun yıllardan beri çırpınmaktadır. Her şeye rağmen, ‘’beyaz atlı Prens’’ gelir, masallarda gibi, hikaye mutlu biter diye, milyonlar dua etmektedir.



                                                                                                 Ertan Hatipoğlu

12 Mart 2016 Cumartesi

NEVZAT DEMİR TESİSLERİNDE TRUVA ATI







Ali Şen ağabeyimiz ‘’Dünya’da en pahalı şey tecrübedir’’derken, ne kadar haklı olduğu her fırsatta görülmektedir. Tecrübeli hocalar uçaktan bile belli olurken, akıllılar ise, bilmedikleri, ama son derece önemli konularda yardımcı olacak ekibe sahipler.

Beşiktaş futbol takımı, özellikle son 5 yılda çok fazla sakatlanan futbolcular ile başı hep dertte. Kötü antrenman sahasına bağlayanlar, eski futbolcuların ne sahalarda çalıştıkları ve yine sakatlanmadan sezonları kapattıklarını, hatırlatmak gerekir. Ama yine de, sezon başına denk gelecek şeklinde antrenman saha zemini değişti, her takımı belini büken sakatlıklardan kurtulduk zannedildi. Oysa ki, çözüm çok daha basit, hatta o kadar ki, elit sporun içinde olanların bir çoğunu ikna etmek deveye hendek atlatmak kadar zordur.

Nevzat Demir tesisleri son derece modern, dünyada bir çok takımların sadece hayal edebilecek bir antrenman tesisi. İçinde barındırılan kondisyon merkezi kısacası harikadır. Harikadır, ama içinde bulunan 3 adet çalışma makinesı, özellikle sürat içeren elit sporun tam anlamıyla ‘’Truva atı’’ dır. Merkezde  bulunan ve dolayısıyla sık kullanılan LEG CURL (BACAK BÜKME)MAKİNESI futbolcuların tam anlamıyla uzak, ama çok uzak durmaları gereken bir alettir! Bu makine body, fitness gibi uğraş verenler için faydalıdır, ama sık sık deparlar atan futbolcular için son derece tehlikeli, resmen arka uyluk (Hamstring) kaslarının spazm, çekme ve hatta kopmaya sebep olur. Nedeni ise, o alette çalışan futbolcunun arka adale kasları ‘’kısalır’’, top şeklinde olurken, oralara fazla laktik asit birikir ve sakatlıklara sebep olunur. Hamstring kaslarını güçlü tutmanın başka yollar, hareketler var. Bu makine değil! İnce gerçeği tecrübeli, konunun tam uzmanları bilir, onları çalıştıkları kondisyon salonlarında böyle makina görünmesi imkansızdır.

Beşiktaş takımında  acilen, sakatlıklı önleyici 1-2 uzmana ihtiyaç vardır, ama alınıncaya kadar Nevzat Demir’den o ‘’Truva atı’’nın atılması gerekir!



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

10 Mart 2016 Perşembe

SHARAPOVA VE DİĞERLERİNİ KURTARACAK DETAY






Maria Sharapova Dünya tenisinde ekol olmuş bir sporcu. Milyonlarca hayrana sahip, sporun en-güzel  çiçeklerinden biridir. Başına böyle bir felaket gelmesi, çok sayıda insanı üzerken, ayni zamanda tenis sporunun prestijini sarsmıştır.

WADA yasaklar madde listesine  01.01. 2016 tarihinden itibaren meldonium maddesini almasını eylül ayında ilk defa yayınlamış, bilgilendirme yapmıştı. Spor dünyası bu kararı kabaca, net olarak ekim ve kasım aylarında algılamış, kullananlar tedbirlerini almıştı.
Almış, ama bilim adamların, laboratuvar hocaların öne sürdükleri bir detay dikkatli gözlerden kaçamazdı. Meldonium maddesi vücutta 4 aya kadar kalma ve tespit edilir olması akıllara şu soruyu getirmektedir: Ocak ayında bu madde ile yakalanan sporcular ekim, kasım aylarında, yani WADA duyurusundan sonra kullandıkları ilacı kesseler bile, ocak ayında çıkma ihtimali var mı? VAR!

Demek, ocak aylarında testlerde ayni madde ile yakalan sporcuların aslında hepsi masum olma ihtimalleri vardır! Onlar WADA talimatına uymuş, ama vücut  4 ay sonra attığı için, böyle bir vukuata maruz kalmış, aslında doping ihlali yapmamış sporculardır.

Sporcuların avukatları ilk önce, kendi federasyonlarına sunacakları savunmalarda işte, bu detayı öne sürerek, müşterilerini en-az zarar ile kurtarmaya bakacak, görevlerini yapacaktır. Öbür taraftan, IOC ve WADA bir kereye mahsus olmak üzere,  ‘’ocak ayı-meldonium’’ hadiselerine af çıkarması gündeme gelirse kimse şaşırmaz, değil mi?



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

8 Mart 2016 Salı

ASTIM MASALLARI






Dünya antidoping ajansı (WADA) yıllık 30 mln.$ bağış geliri deklare etmektedir. Bağış kaynakları IOC üyesi olan ülkelerden gelir. Kimi daha az, kimi fazla, her ülke gönlünden kopanı vermekte. USA yıllık 2, Rusya, Fransa, Almanya-1, Çin – 0,5 mln. $ verirken,  Türkiye ise 250.000 bağış yapmaktadır. Tüm bunlar sporcuların sağlıklarını koruyan kurumun işini daha iyi yapmak için verilmektedir. Verilmektedir, ama bakalım pratikte ne oluyor?

Özellikle bir çok branşta elit sporcular sahte ‘’hasta’’ raporu alıp, kendi uluslararası federasyonunun sağlık kuruluna sunmaktalar. Bunların arasında en-çok astımlılar yer alıyor. Şimdi sıkı durun-Londra 2012 Olimpiyadın toplam 2100 madalyasının 15% astımlılar kazanmış! Bu bir şaka, boş laf değil, çok pahalı, milyarlara varan bir gerçektir. İşte, sabahtan akşama kadar konuşulan, tartışılan doping ve yapılan savaşın neticesi budur…
Özetleyelim - sporcu sahte raporunu sunup, yıl boyunca ilaçlarını almakta, diğer  ‘’hasta’’ olmayan sporculara karşı avantaj sağlamaktadır. Her şeye rağmen gaflanıp, başka şeyden yakalanırsa, bahanesi hazırdır, üstelik…Profesyonel sporun en-son trendi, WADA uyguladığı sıkı takip ve kurallarını pas geçmenin en-kolay yolu bu!

Aslında, ünlü astımlıların tarihine bakılırsa, 1972 yılı Münih Olimpiyat’ında 7 kez yüzme şampiyonu olan Mark Spitz’e rastlanmaktadır. NBA yıldızlarından Dennis Rodman, Dominique Wilkins ve Isaiah Thomas da ayni ''hastalığı'' yıllarca öne sürdüler. 
Bisiklette durum çok daha vahim olup, her yıl Tour De France katılanların yarısı UKİ-ye belgelerini sunmaktadır. Bunların arasında tabi ki, Chris Froome’nın taa kendisidir! Jan Ullrich ve Miquel İndurain tanıdık, astımlı olan diğer şampiyonlardır.
Atletizm’de  Jackie Joyner-Kersse ve Paula Radcliffe bilinen en-ünlü hastalardır. Tenis’te Justin Hennen ve Novak Djokovic da ayni belgeleri kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar.

WADA  ve IOC tüm bu manzarayı sadece takip ederek, daha doğrusu ölü taklidi yapmakla yetinmekteler. Akıllılar düşününceye kadar, deliler kudururmuş, demişler...



                                                                                                Ertan Hatipoğlu

En okunanlar